Geçen günlerden birisinde çok samimi bir arkadaşımla telefonda konuşurken konu dostluk ve arkadaşlıklardan açıldı. Kendisi beni çok iyi tanıdığı için insanları teklifsizce ve sınırsız krediyle hayatıma hemen arkadaş olarak kabul etmeme kızar; beni korumak amacıyla buna engel olmaya çalışır. Ama aslında çok da başarılı olamaz. Günün sonunda onun beni daha önce uyardığı insan beni hayal kırıklığına uğrattığında da çoğu kez ağlayıp dert yandığım omuz da onunki olur.
Yine bu şekilde bir sohbetin ortasındayken bana çok ilginç bir cümle kurdu: “Arkadaşım dedim; sırdaşım değil”
Hani böyle bazı cümleler ya da kelimeler vardır. Kurulduğunda bir anda o çizgi film karakterlerindeki gibi hemen beyninizde bir ışık yakar. İşte bende de aynen böyle oldu.
Önce “Her arkadaş sırdaş değil midir?” sorusunu kendime sorarken yakaladım kendimi. Sonra hafızamı bir yokladım “arkadaşım” dediklerimden yana ve fark ettim ki benim arkadaşım dediklerim (ki sayıları o kadar da çok değilmiş) aynı zamanda sırdaşım, dostum hatta anne baba ayrı kardeşlerim. Bir başka eski ama eskimeyen dostumun deyimiyle “kendi seçtiğim ailem”
Arkadaşlar derken elbette eski albümler açıldı; hatıra defterleri çıkarıldı; “Kalbin kadar temiz bu sayfada” ile başlayan mürekkepli kalemle el yazısıyla yazılmış mesajlar okundu.
Bunları yaparken arada telefonun mesaj sesi dingirdedikçe kendimi “Geleceğe Dönüş” filminde gibi hissettiğimi de itiraf etmeliyim. Çok değil bundan 20-25 sene öncesine kadar bazı evlerde telefonun dahi olmadığını (ki günümüzde de yok; zira ev halkının hemen hepsinin cep telefonu olduğundan ev telefonuna artık ihtiyaç yok), İstanbul’da okurken evi telefonla aramak için 60 veya 90’lık telefon kartı aldığımı ve bunu da olabildiğince tasarruflu kullanmaya çalıştığımı hatırladım. Gözlerime o eski günlerin saf zamanlarına ve hayatta bir şeyleri değiştirebileceğime olan naifçe inancıma duyduğum özlemin hüznüyle karışık bir mutluluk haresi oturdu.
Arkadaşlarım! Kimisiyle 25 kimisiyle 20 kimisiyle 10-15 senedir görüşmemiş olsam da (yaşım da iyice ortaya çıktı ama neyse artık:) ) ilk görüşmemizde sanki sürekli görüşüyormuşuz gibi kaldığımız yerden devam ettiğimiz; hayat oyununda bir yerlerde yolumun kesiştiği, güzel anılar biriktirdiğim, hayata bir dönem aynı pencereden baktığım anne baba ayrı ailem; sırdaşlarım…
Derken eskiye olan hüzünlü özleme odaklandım. Bir Fransızca kitap vardır adı kendisinden ilginç olan “La Nostalgie n’est plus qu’elle était”. Dilimize adı “Özlemin Eski Tadı Yok” diye çevrilmiş (anlam çevirisi) bir eser. Ben çevirseydim herhalde “Nostalji Olduğundan Fazlasıdır” derdim. Zira nostalji, yani geçmiş yaşanmışlıklar hep olduğundan daha yoğun duygularla hatırlanır. Çünkü insan beyni iyi ve güzeli hatırlamaya; kötü olayları ise silmeye odaklıdır. Hal böyle olunca da geçmiş hep güzel kalır; bugün ise hep eleştirilip “Ah ne güzeldi o eski günler!” diye damakta hoş bir tat; kubbede hoş bir sada bırakan anılar hatırlanmaya; anlatılmaya başlanır.
Hele ki şu pandemi denilen illet dolayısıyla evlere kapanıp; anti-sosyal kişilik bozukluğu sınırlarında dolaştığımız şu günlerde o “eski günler” bavulunu daha bir sık açar olmadık mı hepimiz?
Hele ki bu bayram dönemleri zaten o “eski günler” bavulunun asla masadan kaldırılmayıp; sürekli içinden bir anı çıkarıldığı dönemdir.
İşte tüm bunları düşünüp yazıya dökerken yüzüme de mutluluk dolu bir gülümseme oturdu. Çünkü bu bayram o bavulu, bayram sabahı babamın açtığı o meşhur Barış Manço parçasıyla açıp; eski ama eskimeyen arkadaşlarımla içinden çekeceğim anılarla bayram boyu masa üstünde tutacağım aklıma geldi. Ne anılar var o bavulda, ne yaşanmışlıklar, ne sevinçler, ne hüzünler… Ama ısrar etmeyin; hiçbirini size söylemem; söyleyemem. Çünkü onlar benim olduğu kadar arkadaşlarımın da sırları; ben ifşa etmek istesem bile onlar istemeyebilir. Sonuçta arkadaş aynı zamanda sırdaştır. Öyle değil mi?
Bu bayram ben arkadaş-sırdaş kısaca sırkadaşlarımla berhudar oluyorum. Sizlere de sırkadaşlarınızla bavuldaki sevinçler ve hüzünleri hatırlayıp berhudar olacağınız nice bayramlar dilerim…