Dönem dönem yazacak malzeme veya zaman bulamayıp yazılarımı aksatabileceğimden korktuğumu ilk yazımda belirtmiştim. Korktuğumun başıma geldiğini fark etmiş olmanız gerek zira bayağı bir zamandır yazmıyordum; daha doğrusu yazamadım. Ama sizlere anlatacak güzel hikayeler biriktirdim ya da biriktirdiğimi sanıyorum. Umarım bir daha böyle uzun bir ara vermek zorunda kalmam. Hepinizden bu ara için özür dilerim diyerek yeni yazıya başlayalım bakalım.
Geçenlerde bir sivil toplum kuruluşunun üniversitedeki sınıf öğretmenliği bölümü öğrencileri için düzenlemiş olduğu Toplum Liderleri Geliyor isimli bir proje için konuşma yapmam rica edildi. Ne konuşsam ne konuşsam diye düşünürken bir anda ağzımdan “Size Benzemeyenleri Sevin” diye bir başlık çıktı. Yahu çıktı da; ne anlatacağım delirmeceleri arasındayken yeniden izlemeye başladığım bence efsanevi dizi Çemberimde Gül Oya’nın başkahramanı Yurdanur’un “O bambaşka bir renkti; sekizinci renk” repliği o karikatürlerde olduğu gibi anında kafamdaki ampulü yaktı. Sekizinci renkleri yargılamadan, yorumlamadan, geri kalan yedi renge benzetmeye çalışmadan; oldukları gibi sevmeleri gerektiğini anlatacaktım sınıf öğretmeni adaylarına. Zira sekizinci renklerin renkleri ilk önce ilkokulda soldurulmuyor muydu? O renklerin hayat boyu canlı kalması, onların rengini hayat yolunun en başındaki yol göstericileri sınıf öğretmenlerine bağlı değil miydi?
Peki bu mesajı nasıl verecektim? Sekizinci renkleri yargılamama; onlarla hayatta karşılaşınca şaşırmama; onları ötekileştirmeme nasıl anlatılabilirdi ki?
Derken şöyle bir kendi hayatımı gözden geçirdim. Ben ilk kez sekizinci renk ile nerede, nasıl karşılaşmıştım? Bu soruyu kendime sorduğumda şunu fark ettim. Ben hayat yoluna sekizinci renk olarak başlamıştım. Zira Cizvit bir anaokulunda, kiliseye giden ilk Türk idim. Sekizinci renk olmanın zorluğu küçük bir çocukken suratıma tokat gibi çarpmıştı.
Bu sebepten olsa gerek, hayatıma giren tüm sekizinci renklerle ben hep çok iyi anlaştım. Hatta onların değil kendimin sekizinci renk olduğunu düşündüm hep.
İnsanlar hayatta hep kendileri gibi insanlar olsun isterler; kendilerine benzeyen insanlarla arkadaşlık ederler. Bu onlara konforlu ve güvenli gelir. Çünkü kendileri gibi olan diğerleri onlar gibi yaşar; onların görüşünü paylaşır; onların yediğini yer, içtiğini içer; aynı yaşamları yaşarlar.
Çok sıkıcı değil mi sizce de bu durum? Benden bir tane daha var hayatımda. Yahu ben yeri geliyor kendimden sıkılıyorum. Ayrıca hayata benim gibi bakan, tepkileri bana benzeyen bir ikinci ben hayatta karşılaştığım sorunlarımı çözmemde bana nasıl yardımcı olabilir ki? O da benim gibi düşünüyor, hissediyorsa sorunum onun için de sorun olmayacak mı? Peki benim bulamadığım çözümü bana benzeyen ikinci bir ben nasıl bulacak?
Esas bu hayatımdaki bana benzeyen ikinci ben’in, hayatın bana ağır geldiği; depresif dönemlerimde kaygı, endişe ve mutsuzluklarımı ortadan kaldırmak yerine tam tersine bunları aynı benim gibi değerlendirerek beni intiharın eşiğine getirebilme ihtimaline ne demeli?
Elbette ki hayata aynı pencereden bakan, bize benzeyen insanlar olmalı hayatımızda. Ama bir onlar kadar da sekizinci renkleri dahil etmeliyiz bence. Zira hayat bize benzeyenlerle hep aynı tonlarda giden bir siyah-beyaz bir oyunken ondan keyif almak için onu renklendirmek gerekmez mi?
Hani son zamanlarda dilimize pelesenk olan o ötekileştirme deyimi var ya; işte o ötekileştirmenin ötekileştirmeme yolu, hayatınıza sekizinci renkleri korkamadan, çekinmeden katmanızdan geçiyor. Zira birbirine benzeyen prototip insanlara dolu bir dünyada yaşamak ne kadar sıkıcı olur. Bir hayal etsenize!
Hepinize sekizinci, dokuzuncu hatta onuncu renklerle dopdolu, capcanlı bir hafta diliyorum.
Önümüzdeki haftaki yazıyı bekleyin anacııımmm :)