Halkız Biz!


Temmuz ayının son günlerinde önce Antalya-Manavgat’ta dört ayrı yerde beraberce başlayan yangınlarla sarsıldık. Derken onu birçok il ve ilçemizden peş peşe gelen yangın haberleri takip etti; takip de etmekte maalesef.

Ben bu yazıyı kaleme alırken Manavgat yangını hala devam ediyor. Bölgeden sürekli haberler alıyorum. En içime oturan ise “Çaresizce bekliyoruz” cümlesi… Kimse evini barkını terk etmiyor; çaresizce yanmayı bekliyor deyim yerindeyse.

Bu arada sosyal medyada bir akım başladı. Bir kısım insanlar diğerlerinin memleket yanarken kendi hayatlarına dair paylaşımlarına devam etmelerine tepki gösterdiler; “Memleket yanarken iki gün de olsa yediğinizi içtiğinizi paylaşmayın” şeklinde tepkilerini dile getirdiler.

Buna karşılık ilginç ve tepki dolu bir paylaşım da dikkatimi çekti Instagram’da. “Kimin ne paylaştığı zerre kadar umrumda değil…[1] diye başlıyor ve aslında hepimizin asıl sorması gereken soruya dikkat çekiyordu: Devlet nerede?

Yazının bir yerinde verginin ne olduğunu ve ne için verildiğini biz ölümlülerin de anlayabileceği bir biçimde açıklamış; vergi “devletin sana hizmet vermesi adına senin ona verdiğin harçlıktır” demişti.

Devlet olmak zordur. Halkın hemen her ihtiyacını karşılaman, asayiş ve güvenliğini sağlaman gerekir. Vergi de işte devletin bu görevlerini yerine getirirken harcaması gereken paraya halkın karınca, kararınca katılması demektir.

Hesap sahibi de buna dikkati çekmiş, haklı isyanını da “Ben artık sadece yanımdaki arkadaşım sarsın istemiyorum yaramı. Artık yaramı, yaralarımızı ilacının, sargısının, merheminin parasını ödediğim devlet sarsın” cümleleriyle bitirmişti.

Peki kimdir bu yaralarımızı sarmasını istediğimiz DEVLET?

Bir fabrika düşünün. Fabrikada üretim yapabilmek için oluşturulan tüm yapı ve sistem; makineler, onlarda çalışan işçiler, ustabaşılar, memurlar, muhasebeciler, müdürler, genel müdürler kısacası sistemin işlemesi için gereken herkes ve her şeyin oluşturduğu o yapı işte bir bütün olarak devlettir. Devlet fabrikada kurulmuş olan o sistemi oluşturanların bütünüdür. O sistemin işlemesi için makineler gerekir mesela. İşte bunların devletteki karşılığı bakanlıklar, bakanlıklara bağlı teşkilatlar, belediyeler gibi devlet kurumlarıdır. Bu makinelerin işlemesi için insanlar gerekir. İşte bunların devletteki karşılığı da öncelikle iktidara mensup olan bakanlar ve bunların altında ya da bunlara bağlı veya bunlardan bağımsız devlet kurumlarında görev alan en kıdemlisinden en kıdemsizine tüm devlet memurlarıdır.

Tüm bunları neden mi ayrıntılı biçimde anlatıyorum? Çünkü ciğerlerimizi yakan, dayanamaz hale geldiğimiz bu noktada bizlerin artık devlet ve hükümet (iktidar) ayrımı yapamaz hale geldiğimizi ve bu durumun da ciddi biçimde devlet güvenliği ve bekamızı sarsar bir hal alma riski taşıdığını sezinliyorum.

Devletin kurumlarının başında sevmediğiniz iktidar mensupları olabilir. İcraatlarından memnun da olmayabilirsiniz. İsyanınızda da sonuna kadar haklısınız bence. Ama zaman iktidarla savaşma, onu eleştirme zamanı değil. Zaman devlet kurumlarını halk olarak yaratacağımız sosyal baskı ile harekete geçirme zamanı. Devletin kurumlarını, o kurumlarda görev yapanları harekete geçirecek güç halk olarak bizim elimizde. Çünkü biz yoksak devletin de var olmasına gerek yok!

Haydi sevgili halkım! Zaman elbirliği ile dayanışma, birlik ve yaralarımızı sarma zamanı! Bunun için beraberce öncelikle vergilerini ödediğimiz hizmetleri devletimizden talep edecek; bu süreçte devletimizin tüm icraatlarını beraberce, ön yargısız biçimde hem denetleyecek hem de bu icraatlarında devletimize yardımcı olacağız. Çünkü bizim de unutmamamız gereken bir şey var! Başka TÜRKİYE yok!!!

Neruda ne güzel söylemiş: “Halkım ben, parmakla sayılmayan

Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya

Sessizliği aşmaya yarayan

Unutmayın! Halkız Biz! Atamızın da belirttiği gibi, muhtaç olduğumuz KUDRET de DAMARLARIMIZDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR!

 

 

 

 

[1] İlgilenenler için hesap @ada.ares  

Paylaş