Evlerin içi oda oda umut


Bir yerden bir yere giderken yolun bir veya iki yanı evlerle örtülüyse, aklıma hep Behçet Necatigil’in Evler şiiri gelir. Ne de güzel anlatmıştır evlerin içerisindeki hayatı ve buradaki dayanışmayla dışarıdaki zor, nankör, mutsuz hayata karşı mücadeleyi…

Geçenlerde, şu hepimizin olmasının farz olduğunu düşündüğüm hatırlatma dozu aşımı olmaya giderken; daha doğrusu Sevgili eliyle götürülürken, yine yanımızdan böyle Evler dizisi geçti. Dikkatinizi çekerim, Apartmanlar değil; Evler… Benim de dilimden Evler şiirinin en sevdiğim dizeleri döküldü “……Evlerin içi oda oda üzüntü, / Evlerin dışı pencere, duvar. / Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü…

Bu arada Sevgili yan gözle beni süzmekte; bir yandan da “Yine ne yumurtlayacak bakalım bu Kadın!” diye derin derin iç geçirmekte. E adam da haklı, benim şizofrenik atlamaları takip etmek zor!

Ona doğru dönüp “Hiç bu evlerin içerisindeki umutları, mutlulukları, mutsuzlukları, hayal kırıklıklarını düşünür müsün?” diye sordum. Afallamış halde (daha zor yerden sormamı bekliyordu sanırım :) “Hayır” diye cevap verdi içinden “Ben kendi evimin içerisinde bile neler olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum zaman zaman” diyen bir surat ifadesiyle…

Ben hep düşünürüm oysa ki evlerin yanlarından geçerken. Hele ki şimdiki gibi kışsa ve evin bacası tütüyorsa babanın o bacayı tüttürmek için kendince ne gibi sıkıntıları yaşadığını; kaç geceleri uykusuz geçirdiğini; annenin kaç geceler kısık ışığın altında eskileri yamayarak yeni yapmaya çalıştığını… Bunlar belki çok eski Türk filmi nostaljisi ya da Kemalettin Tuğcu romanı gibi gelebilir. Ancak bunların yaşandığı evler vardı; hala da var; hatta o kadar çok var ki! Yeter ki görmek isteyelim! Yeter ki bakmayı bilelim!

Ve belki de en ilginci nedir biliyor musunuz? Bunca zorlukların, yoklukların yaşandığı, yani deyim yerindeyse bu kıt kanaat geçinen bu Evlerde daha fazla umut var, daha büyük mutluluklar var.

Orta direk bir aileyseniz (gerçi son kur dalgalanmalarını ve ekonominin kötü gidişini dikkate alırsak orta direk diye bir kategorinin pek de kalmadığını kabul etmemiz gerek; artık sadece zenginler ve fakirler var ama işte ben yine de orta direk hala var gibi kabul etmek istiyorsam demek:) ), arabanızı yenilemeniz veya yılbaşı akşamında arkadaşlarınızla bir otelde özel bir programa gitmeniz sizi çok da mutlu etmez; o zaten olması gerekendir. Orta direk bir aileyseniz çok zengin olma gibi bir hayaliniz de yoktur aslında. Kapasitenizi, hayatın size getireceklerini ve götüreceklerini üç aşağı beş yukarı öngörürsünüz ve bu öngörüleriniz de çoğu kez doğru çıktığı için umut etmezsiniz; umudu kaybetmişsinizdir. Bu düzen böyle gidecek, bu devran böyle dönecek havası vardır bu ailelerin evlerinde. Adeta robotlaşmışlar; duygularını kaybetmişlerdir. Amaç sadece mevcut sistemi korumaktır. O sebeple her sabah işe gidilir; her akşam işten dönülür; arada eş-dost-akraba yemekleri yenilir ve olmayan biri gibi davranılarak işteki başarılar, çocukların okul başarıları, yeni alınan eşyalar abartılı biçimde övülür. Belki de tek mutlu olunan anlar da işte bu kendini ve ailesini övme anlarıdır; zira diğerlerinden üstün hisseder kendini o an orta direk aile. Oysa iliklerine kadar bilir ki diğerlerinden farkı yoktur ve olmayacaktır da. Kısacası umudu kaybederken mutluluğunu da kaybetmiş, nefes alıp gitmekte; aldığı nefeslerin sayısına göre de hayatını ölçmektedir bu aileler. Nefesi kesen an’lar önemli değildir; zira bu an’lar yoktur bu ailelerde.

Oysa o bahsettiğim Necatigil’in Evler’inde  yaşayan bir aileyseniz arabayı bırakın yeni bir motor almanız bile evde düğün bayram sevinci sebebidir. Yılbaşı akşamı sıcak bir evde tavuklu, kestaneli bir PTT (Pijama-Terlik-Televizyon) akşamının mutluluğu paha biçilemez. Bu evlerde mutlaka yılbaşı çekilişi için Milli Piyango bileti alınır. Zira bu evlerde Tüpçü’ye rağmen hala daha “Büyük İkramiye acaba bize çıkar mı?” umudu vardır. Bu aileler birbirleriyle dayanışma içerisindedir. Birisinin evine önemli bir misafir mi gelecek; diğer aileler de hemen seferber olup o evin eksiğini gediğini tamamlar. O misafir sofrası el birliği ile imece usulü donatılır. Bu ailelerde sigortalı bir işin olması; her sabah bu işe gidebilmek ve her akşam bu işten dönerken ertesi sabah da yine gideceği bir işinin var olması bile çok büyük bir mutluluk sebebidir. Bu aileler için yılbaşı ikramiyesi, ramazan kolisi, kurban eti ihtimali büyük sevinç kaynağıdır; hele ki bir de bu ihtimaller gerçeğe dönerse, görmeyin o Evler’deki düğünü, bayramı. Bu evlerde nefeslerin sayısından çok nefes kesen an’lar vardır; umut vardır; umudun gerçekleşme ihtimaline inanç vardır; mutluluk vardır.

Hayatın belki de en ağır sillesini yiyen bu Evler’deki insanların düşüp düşüp buna rağmen umutlarını kaybetmemeleri bana hep ilginç ve özenilesi gelmiştir. Çünkü belki de bu umuttur; umut edilenin gerçekleşme ihtimaline olan (bizlere) safça (gelen) inançtır onlara diğer Evlerde olmayan mutluluğu getiren.

Kafamda bu düşüncelerle boğuşurken Sevgili’nin “Ne oldu yine daldın gittin?” sorusuyla dünyamıza geri döndüm. “Hiç, bu evlerdeki umut ve mutluluğu düşünüyordum” dedim. Her zamanki soğukkanlı, ama bir o kadar da feylozof ifadesiyle bana dönüp “Eskiden hemen hepimiz o Evler’de oturuyorduk; yokluk, yoksulluktu belki ama umuttu, mutluluktu” diye tüm bu düşündüklerimi bir cümleyle özetleyiverdi kendiceği. Böyle zamanlarda hep yaptığım gibi şöyle yan gözle “Yine benim uzuuun uzadıya anlattığımı tek cümleyle özetleyiverdin be Adam, ne diyeyim; sen çok yaşa e mi” bakışı attım ona. Sonra onun bu cümlesini son bir cümle ile tamamladım:

“Çünkü insan umut ettiği müddetçe yaşar!”

2022’ye saatler kala yeni yıldan tek dileğim umut! Çünkü umut varsa mutluluk var! Çünkü umut varsa hayat var! Umutlu yıllar!

Paylaş