Çok hızlı gittik, ruhumuz geride kaldı


Pandemi önlemlerinin yavaş yavaş gevşemeye ve adına “normalleşme süreci” dediğimiz sürece geçtiğimiz şu günlerde şehirlerde artık yavaş yavaş sosyal etkinlikler düzenlenmeye de başlanmış durumda. Ben de geçenlerde bu sosyal etkinliklerden birisinde çok değerli üstat Ali POYRAZOĞLU’nun keyifli ve bir o kadar da ders verici sohbetini dinleme imkânı buldum.

Sohbetin bir yerinde üstat POYRAZOĞLU bir hikâye anlattı. Amerikalı çok zengin bir avcı grubu Afrika’ya aslan avına gitmiş. Yanlarındaki eşyaları taşımak için bir grup yerel işçi ve rehberlerle beraber avlanmak için aslanın bulunduğu tüyosunu aldıkları yere doğru hızla ilerlerken Afrikalı işçi ve rehberler bir anda durmuş ve oturup beklemeye başlamışlar. Amerikalı avcılar sabırsızlıkla neden durduklarını sorunca; liderleri gibi olan yaşlıca bir tanesi “Çok hızlı gittik; ruhlarımız geride kaldı. Oturup onların gelmesini beklemeliyiz” diye ders niteliğinde bir cevap vermiş.

Üstat bu hikâyeyi anlatınca son günlerde kendimi neden yorgun, bitkin ve moralsiz hissettiğimi bir anda anladım. Ruhum geride kalmıştı. Derken Yahya Kemal’in Kâr Musikileri şiirindeki o meşhur dizesi bir anda dudaklarımdan döküldü “Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta/Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta”…

Geçtiğimiz haftalarda kamuoyunda Elmalı davası olarak bilinen davadaki sanıkların tahliye edilmesiyle başlayıp; bu hafta 4. Yargı paketi ile çocuk istismarı da dahil cinsel istismar suçlarında ““somut delil” aranmasını da içeren yasa teklifinin TBMM’de kabul edilmesi bir hukukçu, bir insan, bir kadın olarak bana deyim yerindeyse çok ağır geldi; yaşamın bu acımasız hızına ayak uyduramayan ruhumun gerilerde kaldığını bana hissettirdi.

Öncelikle her ne kadar ceza hukuku alanında uzman olmasam da üniversiteden kalan ceza hukuku bilgi kırıntılarıma dayanarak şu genel bilgileri vermekte fayda olduğunu düşünüyorum. İlk olarak, ceza hukukunda cezanın verilmesinin bir amacı suçun failini cezalandırmak iken, bir diğer ve belki de en önemli amacı, o suçun işlenmesi dolayısıyla yaralanmış olan kamu vicdanını onarmaktır. Buna en önemli ve iyi örneği de bir İngiliz hakim vermiştir. Hâkimin kararına konu olan olayda bir İngiliz genç kız, gece yarısından sonra, alkollü biçimde, mini eteğiyle Londra’da Hyde Park’tan geçerken tacize uğramış; hakim tacizciye taciz için öngörülen cezanın 3 misli ceza vermiştir. Sanık avukatı cezaya itiraz ettiğinde ise, ders niteliğinde şu cümleyi kurmuştur: “Bu cezanın ilgili kısmı taciz için verilmişse de geri kalan kısmı gece yarısından sonra İngiliz kızlarının alkollü biçimde mini etekleri ile Hyde Park’ta dolaşma güvencelerinin sanıkça sarsılması dolayısıyla verilmiştir”. İşte yaralanan kamu vicdanı budur ve ceza bunu onarmak amacıyla da verilir.

Bunun yanında ceza hukukundaki bir diğer temel ilke de şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilke uyarınca elinizdeki delillerin sanığın o suçu işlemiş olduğuna dair ciddi bir kanaat oluşturabilecek somutluk ve nitelikte olması gerekir. Zira ceza, kişinin temel hak ve özgürlüklerini hukuken kısıtlamanız anlamına geldiğinden; bu yapılırken kişinin o suçu işlemiş olduğu; eldeki imkânlar doğrultusunda, olabildiğince ispatlanmış ya da kesine yakın bir kanaat oluşturulmuş olmalıdır.

Son olarak 4. Yargı paketi adı altında yapılması öngörülen değişikliğe gelirsek; Türk Ceza Kanununda aralarında cinsel istismar ve cinsel taciz suçunun da olduğu “katalog suçlar” adı verilen suçlardan sanığın ceza alması için önceki Ceza Muhakemeleri Kanunu düzenlemesinde “kuvvetli suç şüphesi” yeterli görülürken; artık bu suçlar için “somut delil” aranması şartı getirilmiş durumdadır. Bu değişiklikle getirilen yeni düzenleme özellikle çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarında, çocuğun suçun kanıtlanması için başta geçirileceği fiziki muayeneler dikkate alınırsa mağdur olan çocukta çok daha büyük mağduriyet ve travmalar yaratabilecek niteliktedir.

Ceza hukukunda hürriyeti bağlayıcı ceza verirken kanun koyucunun masum sanığı suçlu sanıktan ayırması için gereken her türlü önlemleri alması ve olabildiğince kesin şekilde sanığın suçluluğunun kanıtlanmasının aranması tabiidir. Ancak öte taraftan kanun koyucu, suçun mağdurunu da korumalı; suçun mağdurunda suça maruz kalması dolayısıyla ortaya çıkan travmayı en aza indirgeyecek şekilde onu koruyucu ispat şekil ve yöntemleri yürürlüğe koymalıdır. Daha açık biçimde belirtmek gerekirse; kanun koyucu bir yandan masum bir kişinin ceza almasını engellemeye çalışırken öte yandan suçun mağdurunun da haklarını koruyarak bunu yapmalı; suçun mağdurunu bu suçun işlendiğine dair kanıtlar getirmek konusunda hırpalamamalı yani sanık ile mağdurun hakları arasında bir denge gözetmelidir.

İşte 4. Yargı paketi ile gelinebilecek noktada bu denge ciddi biçimde mağdur aleyhine olacak şekilde düzenlenmiş gibi gözükmektedir. Hele ki sosyal medyadaki tepkiler de dikkate alınırsa bu değişikliğin, ceza hukukunun toplumsal görevi olan yaralanan kamu vicdanını tamir etme yönünü ciddi biçimde zedelediği ve teklif kabul edilirse daha da fazla zedeleyeceği dikkatlerden kaçmayacaktır. Dolayısıyla, belirli kişileri kayırmak amacıyla çıkarılacağı iddia edilen bu değişiklikten bir an önce dönülmesi, özellikle toplumun hukuka ve adalete olan inancının daha fazla sarsılmaması ve toplumsal infial yaratılmaması açısından gerekli gözükmektedir.

Zira Atamızın da veciz biçimde ifade ettiği gibi VATANI KORUMAK ÇOCUKLARI KORUMAKLA BAŞLAR!!!

Paylaş