Batının Çizmesi Doğunun Pençesi


Falih Rıfkı ATAY 30 Ağustos Zafer’ini tasvir ederken “Yurdumuzu Batı’nın Çizmesi’nden aklımızı Doğu’nun Pençesinden kurtarmışsak… Hepsini 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz” der.

Afganistan’da yaşanılan son gelişmeler de dikkate alındığında 30 Ağustos’un ne kadar önemli bir zafer olduğu; halkın kendi bağımsızlığı için kendi kendine mücadele etmesinin elzem gerekliği bir kere daha ortaya çıkmaktadır.

Konuya girmeden öncelikle şunu belirtmem gerek. Bu bir güzelleme yazısı olmayıp, tarihi ve sosyolojik gerçekler ışığında memleketimizin asla Afganistan olmayacağı inancını somut verilerle açıklama çabasıdır.

Afganistan’ın tarihine baktığımızda ülkenin uzun yıllar İngiliz sömürgesi Hindistan ile Çarlık Rusya’sı arasında bir tampon bölge olduğu; bu sebeple de hem Rusya hem de Büyük Britanya Krallığı’nın ele geçirmek üzere çaba gösterdiği bir yer olduğu göze çarpmaktadır. Rusya ile Büyük Britanya arasındaki savaşlar sonucunda 1763 yılından itibaren Afganistan Büyük Britanya’nın kontrolüne geçmiş ve 8 Ağustos 1919’daki Ravalpindi Antlaşması ile bağımsızlığını kazanana kadar da İngiliz sömürgesi altında kalmıştır.

Ülke bağımsızlığını kazandıktan sonra kendi sistemini kurmak için çabalarken bu sefer Bolşevik devrimini gerçekleştiren SSCB’nin Demir Perde’yi sistematik biçimde genişletme çabaları doğrultusunda özellikle Propaganda ve Ajitasyon Bakanlığı eliyle ciddi bir komünizm propagandasına maruz kalmıştır.

Bu dönemde ABD’nin Ortadoğu politikası planlanırken dönemin başkanı Eisenhower’ın Afganistan’ı bu politikada deyim yerindeyse “unutması” Afganistan üzerindeki SSCB etkisinin gün geçtikçe artması sonucunu doğurmuş ve 27 Nisan 1978’de Afganistan’da solcu devrim gerçekleşerek dönemin devrimci devlet başkanı Babrak Karmal 1979 yılında SSCB’yi ülkeyi işgal etmeye davet etmiştir.

Bu dönemde SSCB – Afganistan yakınlaşmasının bir önemli sebebi de ülkemizin 1952 yılında NATO’ya üye olmasıdır. Zira NATO’ya üye olana kadar Afgan asker ve komutanlar ülkemizdeki askeri okullarda eğitim alırken NATO üyeliğimiz sonrası bu imkan ortadan kalkmış ve Afgan askerleri SSCB’de eğitim almışlar; bu durum da SSCB’nin KGB ajanlarını kolaylıkla Afganistan’a yerleştirerek söz konusu solcu devrim ve işgalin gerçekleşmesini kolaylaştırmıştır.

Afganistan’da SSCB işgali 1989 yılına kadar sürmüş; 14 Nisan 1988’de imzalanan  Cenevre Antlaşması sonrası son Rus askeri Şubat 1989’da Afganistan’dan çekilmiştir.

SSCB işgali sırasında ABD işgale karşı direnen mücahitleri desteklerken özellikle din vurgusu yapmış; Müslümanlık üzerinden antikomünist propagandaya girişmiştir.

Sona eren SSCB işgali sonrası, ABD 1989-1994 arasında Afganistan’ı “sosyal nadas”a bırakmış; bu dönemde, XIX. Yüzyılda eğitimli Müslümanlar yetiştirmek amacıyla kurulup SSCB işgali sırasında Müslüman savaşçı eğitme amacına evrilen Taliban gelişip serpilmiş ve 1995 yılında ülke yönetimini ele geçirerek ülkede katı İslami kurallarla yönetilen bir rejim kurmuştur. Bu rejim 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısına kadar hüküm sürmüş; Taliban rejiminin saldırının faili El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i ABD’ye teslim etmediği iddiasıyla Afganistan’a karşı önce ABD askeri müdahalesi başlamış; akabinde bu müdahale bir NATO müdahalesine dönüşmüş; ülkede kısa sürede Taliban varlığı silinerek ABD destekli darbe ile “demokratik” seçimler yapılmış ve Aralık 2001’de Hamid Karzai devlet başkanı “seçilmiş”tir.

Eylül 2001’den itibaren Afganistan’da çoğunluğunu ABD askerlerinin oluşturduğu NATO kuvvetleri ülkedeki barış ve güvenliği sağlamak amacıyla konuşlanmıştır. Ancak Joe BIDEN’ın ABD başkanı seçilmesi ile bu mevcudiyetin sona erme süreci başlamıştır. Zira BIDEN, seçildikten hemen sonra Afganistan’daki Amerikan askeri varlığını sona erdireceklerini duyurarak artık Afgan halkının kendi bağımsızlığı için savaşmayı öğrenmesi gerektiğini belirtmiştir.

Bu açıklamaları müteakip Şubat 2020 tarihinde ABD ile Taliban arasında Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekileceğine dair anlaşmaya varıldığı açıklanmış ve Amerikan askerinin Afganistan’dan çekilme süreci başlamıştır. Bu döneme kadar varlığını kırsalda sürdürmekte olan Taliban ise yayılma sürecini hızlandırmış ve 15 Ağustos 2021 tarihinde Kabil’deki başkanlık sarayını işgal ederek Afganistan’da ikinci Taliban dönemini resmen başlatmıştır.

Tüm bu süreçte BIDEN’ın şu açıklaması ilgi çekicidir: “Kendileri için savaşmalılar; ulusları için savaşmalılar

Bu noktada ayrıca Ortadoğu uzmanı Arnett R. Rubin’in şu açıklamasını da burada alıntılamakta fayda vardır : “Afganistan’daki başarısızlığın nedeni yalnızca Afgan Devletinin kendisi veya halkı değil, bu devleti önce destekleyen, sonra da yöneticilerini bir kenara atan uluslararası sistemdir

Bu iki açıklama üst üste konduğunda ortaya çıkan tablo çok nettir. Afgan halkı kendi bağımsızlığı için savaşmaktan kaçmakta ve kendisini kurtarması için Batı’ya bel bağlamaktadır. Batı’nın çizmesi Afganistan’ın üzerinden kalktığında ise geride kalan Doğu’nun bağnazlık pençesindeki dini temelli bir yönetim anlayışıdır.

Tüm bu somut gelişmeler ışığında Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde vermiş olduğu kurtuluş mücadelesinin önemi bir kez daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz kurtuluş mücadelesi verirken Afganistan devleti yardımlarını esirgememiş olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki kurtuluş mücadelemiz dış desteklerle beraber Anadolu’nun bağrından çıkmış; cepheye kadın-erkek-genç-yaşlı-Kürt-Laz-Çerkez-Ermeni-Musevi-Katolik-Müslüman tüm Anadolu halkı koşmuş; kendi bağımsızlığı için canı pahasına savaşmıştır. Ulusumuz, Falih Rıfkı ATAY’ın deyimiyle bir yandan Batı’nın çizmesini yurdundan kovarken öte yandan da aklını Doğu’nun bağnazlık pençesinden kurtarmak için kendi savaşını kendisi cephede çoluğu, çocuğu, yaşlısı, genci, kadını, erkeğiyle vermiştir. O sebeple bu mücadele ve bu mücadelenin son noktası olan Büyük Taarruz’un sonlanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin işgal güçlerinden kurtuluş tarihi olan ve Zafer Bayramı olarak kutlanan 30 Ağustos aynı zamanda toplumumuzun kendi kaderini tayin etmedeki (self determinasyon) başarısını ortaya koyması açısından da çok önemlidir. Zira bu tarih, Atamızın “Bağımsızlık uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır” veciz sözünde de belirttiği gibi toplumumuzun kendi bağımsızlığını kendi canıyla kanıyla kazandığı tarihtir.

 

Paylaş