Röportaj: Adnan Deniz
Fotoğraf: Farid Huseynzade
Düzenleme: Ebru Uğraç, Amine Öncül
43 yıl hizmet verdiği Hürriyet Gazetesi’ndeki ofisine girdiğinizde çalışma masasının hemen arkasında bulunan ve üzerinde “Hürriyet Benim” pankartı karşılar sizi. O pankart onunla özdeşleşmiştir adeta, üzerinde iki satırlık bir yazı bir de Hürriyet’e tebessüm eden ‘bir adam’ portresi… Belki de bütün hayatının bir özeti gibi. Hürriyet’in ağır abilerinden Celal Korkut, onca yıllık emeğini ve hürriyet geleneğine bağlılığını; Demirören Haber Ajansı’nın Genel müdürlüğüne atanarak taçlandırmıştır. Buraya atanırken yaşadığı heyecanın daha fazlasını 43 yıl önce Hürriyet’e başladığında henüz 17 yaşında genç bir delikanlıyken yaşamıştı. Ve o heyecan hep süregelmişti…
Basın dünyasının kalbi Cağaloğlu'ndaki Hürriyet binasının kapısından içeri girdiği ilk andan itibaren âşık olduğu ve zihnine kodladığı görev bilincini ileride yaşanacak onlarca olumsuzluk ve zorluğa rağmen devam ettirecek, inancı, zorlukların ötesine taşıyacaktı. Dünü ve bugünü öylesine kucaklayacaktı ki; yüreği sevgiye harman yeri olacak, sözleri memleketinin Erciyes Dağı’nın bereketli etekleri, yaylaları kadar yaşam dolu olacaktı. Bu yüzden yakın çalışma arkadaşları ona ismiyle hitap etmek yerine ‘Şef’ diyeceklerdi. Bu hitap gittikçe büyüyecek ve sonunda büyük şef olacaktı. Namı değer Bigchef…
Büyük İstanbul Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Adnan Deniz’e konuşan DHA Genel Müdürü Celal Korkut kendisi ile ilgili bilinmeyenleri, Hürriyet’in ve Demirören Haber Ajansı’nın hayatındaki konumunu tüm içtenliğiyle anlattı…
Hürriyet yazarlarından Ahmet Hakan’nın Celal Korkut için “Hürriyet’in kurumsal sürekliliğin simge isimlerinden biridir” ifadesini de hatırlayarak röportajımıza başlıyoruz…
Yarım asra yakın bir tecrübe sonrası öğrenmeye ve öğretmeye devam ediyorsunuz. 41 Kere Maşallah diyelim. Böyle bir temenniyle başlamak istesek…
Takdir sizlerin. Geride bıraktığınız onca yıllık birikiminiz bu sözleri duymamızı sağlıyor. Aslında büyük de bir sorumluluk diyebiliriz. Yaşamın başarı denkleminde görev ve sorumluluk dengesini öylesine hassas kurgulamalısınız ki, aradan yüz yıllar geçse de hep güzelliklerle anılmalısınız…
Öylesine istikrarlı bir başarı profiliniz var ki, bunu anlamlandırabilmek neredeyse imkânsız. Siz bunu nasıl tanımlamak istersiniz? Burada ağır basan temel etken şans mı? Aşk mı? Ya da başka bir şey mi? Bunu tarif edebilir misiniz?
17 yaşımda Hürriyet binasına adımımı ilk attığımda duyduğum korku ve paniği buna karşın tüm benliğimi saran büyük heyecanı dün gibi hatırlıyorum. Tarih 20 Şubat 1978. Cağaloğlu’nun sokakları ilim kokuyordu. Matbaaların baskı sesleri arasında ilerlerken toplumu bilgilendirme, kamuoyunu aydınlatma görev bilincinizin farkındalığından süzülen mutluluğu tüm çıplaklığıyla yaşıyordunuz. Aşk, tutku ve insanlarla kurduğunuz büyülü bir ilişki… Ya da anlaşmanın en değerli öznesi olan sağlam bir iletişim. Duygular karmaşası içinde hayatın izini sürerken hayat size son sözünü söyler siz de söylersiniz. Benim de tek sözüm “Hürriyet” oldu!
Siz sözünüzü söylemişsiniz? Peki o sözden biraz öncesini de hatırlamak istesek neler söylemek istersiniz? Yani onun hemen öncesinde nasıl bir süreç işliyordu sizin için?
Her şey polis adliye muhabirliğiyle başlamıştı. Bu alan meğer öyle bir alanmış ki, bu alanda başarılı olabilirsem her alanda başarılı olabilirmişim izlenimi ve gerçeği ile karşı karşıya kalıyordum. Ancak bunun için büyük bir çaba, bolca bir zaman ve kocaman bir sabır gerekiyordu. Okulda devam mecburiyetinin olmayışını fırsata dönüştürüp hem çalışıp hem okuyacaktım. Şimdi ismi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi olan, o zaman ki adıyla İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu 1.sınıftayken stajyer olarak girdiğim Hürriyet gazetesi gönül dünyamın tek kapısı olacaktı. 13 yıl polis adliye muhabirliği, sonrasında ise İstihbarat Servisi'nde şef yardımcılığı…