Bazı anlar, dönemler gelir ki, çoğu birey muhakkak ki şu serzenişte bulunmuştur: "Benden geçti artık!" Bu cümle aslında 'Erıkson'un Üretkenlik Karşısında Durağanlık' evresinin olumsuz durumlarından da birisi. Erıkson'un kuramı değerli olmakla birlikte -dünya üzerinde söylenmemiş sözlerin olmadığını belirten- şairlerin şiirlerinde, hayatın bir yaşının olmadığını söyleyen yazarların romanlarında da bu durum kendini elbette ki olumlu veya olumsuz örneklerle gösteriyor. Cahit Sıtkı'nın "(...) Dante gibi ortasındayız ömrün" dediği ve kimilerimizin son duraktan önce son bir mola olarak algıladığı ileri yaşlar aslında verimliliğin de zirvede olduğu anlar da olabilir. Nazım'ın "(....) Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin. " dediği yaşlar misal sadece bir dizeden mi ibarettir? Ya da hepimiz tarafından tanınan Hababam Sınıfı'nın yaratıcısı Rıfat Ilgaz'ın "Benden geçti mi demek istiyorsun, Aç iki kolunu iki yanına, Korkuluk ol!" dediği şey, propaganda için yazılmış bir iki cümle mi?
Hayır. Elbette ki hayır!
Hepimiz duymuşuzdur muhakkak dünyada edebiyatın mihenk taşlarından birisi olan Tolstoy, 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenmiş. Benden geçti oturayım köşeme demeden. Bunun üzerine şarkı yazılmış ve okunmakta. Peki, şiirin adının pek anılmadığı günümüzde şiirimizin yaşayan ustalarından Ataol Behramoğlu'nun 70 yaşından sonra piyano çalmayı öğrenmesi hayata kafa tutmak değil de nedir? Yaşamının bir bölümünü sürgünde, yurdundan uzakta hasret içinde geçiren; yaşamının bir bölümünü hapishanede geçiren, gökyüzünü görmenin yasaklandığı zamanları en derinden hisseden ve bizzat yaşayan Behramoğlu sayıdan ibaret olan şu yaşında genç değil de nedir? Tolstoy'un Bisikletini hepimiz duyduk peki Behramoğlu'nun Piyanosu'nu hangimiz duyduk? Duysak ne fayda örnek almadıktan sonra değil mi?
Her yaşın bir güzelliği vardır ve o güzelliği çekip çıkarmak da bizim elimizde; çünkü o güzellik marketler zincirinde, gökdelenlerde, cafelerde, alışveriş merkezlerinde, tabletlerde, sosyal medyada değil bilincimizde ve duygularımızdadır. Bir anlık bir isteğe bakar çekip çıkarmak da o niteliği. Gencinden, yetişkinine, çocuğundan, yaşlısına(!) hepimiz dünyaya gönderildikse niçin güzellikleri tatmadan dünyaya veda edeceğiz? Bak ne diyor Behramoğlu:
"Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana."
Karamsarlıklara inat, karanlıklara inat benden geçti demeyecek ve bugün bir daha gelmeyecek diyerek hayatın güzelliklerini o sığ yerden çekip çıkaracak bir direnişe, “Mavi Ülkenin İnsanları”dan birisinin mısralarıyla merhaba demeyelim mi:?
"Dünyanın ucunda bir gül açılmış,
Efil efil esen yele merhaba.
Karanlığın sonu bir ulu şafak,
Sarp kayadan geçen yola merhaba!"
Hadi! Her birimiz Behramoğlu olmayalım mı?