Mücadelemiz Çetin Bir Mücadeledir!

Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni; Kazım Güleçyüz, Adnan Deniz'e konuştu.

- İki yüz yıllık Türk Basın Tarihi boyunca kurulan gazete ve dergilerin sayısını bilmek neredeyse olanaksız. Bu hararetli ve hareketli basın tarihine kısa bir yolculuk yaptığınızda; sayısız gazete yaprakları arasında memleketin dört ayrı mevsimini bir anda yaşarsınız. Açıldıktan bir gün sonra kapanan gazetelerden, defalarca kez kapanan ve sonra tekrar açılan gazetelere varıncaya kadar birçok farklı gazetenin varlığına şahitlik edersiniz? Atılan gazete manşetlerini görürseniz; tarihi yeniden sorgulamak istersiniz. Tam da bu noktada; yayın hayatı boyunca birçok kez kapanan ve bu kapamalarla birlikte gelen isim değişiklikleri ile yayın hayatını 52 yıldır sürdüren Yeni Asya Gazetesi’nin önde gelen isimlerinden ve gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz ile gazetenin tarihine önemli bir yolculuk yaptık. Birçok mühim meseleyi masaya yatırdık. Röportajımız 3 bölüm halinde kurgulandı. “Kazım Güleçyüz”, “Yeni Asya Gazetesi” ve “Yeni Asya Cemaati”. Aklımıza takılan tüm soruları perdesiz bir şekilde sorduk. Yanıtları siz okuyucularımızın takdirlerine bırakıyoruz…

“Dilerseniz hemen başlayalım efendim”

“Elbette; mümkündür”

“Sorularımı samimiyetle soracağım”

“Samimiyetle yanıtlayacağım”

“Peki, o halde”

- Kazım Güleçyüz için Yeni Asya, Yeni Asya için Kazım Güleçyüz tam olarak ne ifade eder?

- Benim için “Yeni Asya” ilk gençlik yıllarımdan itibaren içerisinde hizmet etmeyi amaçladığım bir hizmet alanıdır. 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırdıktan hemen sonra yani 1978 baharının nisan ayında gazetenin yayınevi kısmında çalışmaya başladım. O gün bugündür devam ediyor bu sevdam. Yeni Asya için benim ne ifade ettiğimse; şahsı manevinin tevdi ettiği vazifeleri hakkıyla yapabilme gayreti içerisinde olan bir bireyim ancak.

- Basın tarihinde gazete kapamalarına çok sık rastlanır. Yeni Asya da bunlardan bir tanesi. Peki, Yeni Asya’nın kapatılma gerekçesi neydi? Zülfikar’dan Yeni Asya’ya uzanan yayıncılık çizginizde böylesi yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmanızı hangi ifadelerle açıklayabilirsiniz?

- Gazetemizin kırıksız ve tavizsiz yayın politikasına rağmen maalesef bizler de bu kapamalardan olumsuz manada etkilenmişiz. Darbe dönemlerinin en zorlu baskılarına maruz kalmış belki de en ağır bedellerini biz ödemişiz. Tüm bu hassasiyetlerimize rağmen gazetemiz; 12 Eylül’de 470 gün, 28 Şubat’ta bir ay kapatılmış, gazetemizin kurucu imtiyaz sahibi merhum Mehmet Kutlular, “Deprem İlahi ikazdır” dediği için 276 gün hapse mahkum edilmiştir. 15-20 Temmuz sürecinde de resmi ilan ve basın kartı ambargolarından, yargı tacizlerine ve daha birçok hukuksuz baskıya direnerek yolumuza devam ediyoruz. Kapatılma gerekçemiz; haktan taraf yayın çizgimizdir.

- Peki, 52 yıllık Yeni Asya gazetesinin neredeyse 40 yılında bulunan biri olarak bu gazetenin “anlaşılır bir şekilde tanımını” yapabilir misiniz? Yeni Asya Gazetesi’nin toplumsal, siyasal, kültürel manada katkılarını özetlemek isteseniz bunu hangi başlıklar altında sıralamak istersiniz?

- Takdir edersiniz ki, Yeni Asya kendisini Risale-i Nur’un medyadaki dili olarak tanımlıyor. “Risale-i Nur ise; adalet ve hürriyet ekseninde bir hayat düzeninin fikri temellerini inşa eder.” Ayrıca; Kur’an’ı bu çağın idrakine sunan orijinal ve çok kuvvetli bir tefsirdir. İman esaslarını fenlerin rehberliğinde akli ve mantıki izah ve yorumlarla ispatlar. Kısacası hayatın bütün alanlarını kucaklayan bir referans kaynağıdır. Yeni Asya ise bu referansa uygun bir şekilde yayın yapmaya çalışan bir ekolün adıdır. Risale-i Nur’un mesajlarını topluma şeffaf bir şekilde yayma gayreti içerisinde olmuş ve İslami gazetecilik alanında kendine has ve özgün bir model oluşturmuştur. Gazetemizin kurulduğu dönemlerde İslami cenahta roman türünde eserler basılmıyordu. İlk romanlar hemen hemen Yeni Asya damgasıyla çıkmış diyebilirim. Minyeli Abdullah’tan, Yavuz Bahadıroğlu’nun eserlerine varıncaya kadar…

- Bunun dışında peki…

- Zaman içerisinde ilim teknik serisini çıkarmışız. 1980’lerden hemen sonra. “Yıldızların Esrarı” bunun ilk örneğidir. Sonrasında gençlik, ilahiyat, sosyal serilerimiz çıkmış, ilk defa video kasetleri biz yayınlamışız. Devamında çocuk, gençlik ve aile dergileri çıkarmışız. Dergicilik anlamında özellikle Köprü dergisinin yeri ayrıdır. Tüm bu yayınlar Yeni Asya hizmet dairesi içinde yer alan ayrı ayrı hizmet üniteleridir.

- Tüm bu yayınlarla aslında neyi amaçladınız?

- Yeni Asya; inançlı, ahlaklı, nesiller yetiştirme noktasında çok önemli hizmetler ifa etmiş ve bu hizmet anlayışını halen devam ettirmekte olan bir okul gibidir. Yayınlarımızın hizmet stratejisini, hedefini, programını ve ayrıca sorduğunuz sorudaki gibi amacını en güzel şekilde yine Bediüzzaman özetler: “Biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır." 

- Zamanın ruhu değişiyor takdir edersiniz… Yeni Asya gazetesi basın ve medyanın bu dönüşümü karşısında hangi konumda? Bundan sonrası için nasıl bir pozisyon belirleyecek?

- Dijitalleşme artık önüne geçilemez bir süreç olarak devam ediyor ve kaçınılmaz bir şekilde biz de ona ayak uydurmak durumundayız. Yeniliğin karşısında duracak değiliz. Bu durum bizim zihnimizi en çok meşgul eden konulardan biridir. Belki de ilk gündem maddemiz diyebilirim. Bunun için bilhassa genç kadroların sorumluluk almasını bekliyoruz. Gecikmememiz lazım. Biz de üzerimize düşen her türlü fedakârlığı yapmaya hazırız…

- Böylesi bir çağrıyı yapmanıza gerekçe oluşturan etken tam olarak nedir?

- Bahsettiğim şekilde 1978 yılında bu kervana dâhil oldum. Bu gün kalan arkadaşlarımızla yani “elekten elenmeden” kalabilen arkadaşlarımızla -ki sayıları çok azdır- yolumuza devam ediyoruz. Tabii bir miktar da yorulduk. Onun için yeni çağın ve yeni şartların getirdiği ihtiyaçlara cevap verme noktasında dinamik, enerjik ve Risale-i Nurdaki ölçü ve prensipleri de iyi bilen ve yansıtabilme donanımına sahip genç kadrolarca bu hizmetin devralınıp söz konusu dijital mecralarda ilerletilmesi gerekiyor.  Bayrağın oralarda da dalgalanması gerekiyor. Bizimkisi bayrağı devretme meselesi…

- Gelelim cemaatler mevzusuna… Bu alandaki soruları “Yeni Dünya Düzeni” gerçeğini göz önünde bulundurarak sormak istiyorum. Birleşmeyi, ortak aklı, şahsı maneviyi ve meşvereti her defasında olmazsa olmaz gören cemaatlerin bunca ayrılık sebeplerini nasıl açıklayabilirsiniz? Cemaatler değişik zaman dilimlerinde farklı nedenleri gerekçe göstererek ayrılıklara gitmişlerdir. Bu ayrılık sebeplerini nasıl izah edebilirsiniz? Herkesin bir grup oluşturma sevdası nasıl tanımlanabilir? Birleşmeyi ve ortak aklı esas alan bu gerçeklik ışığında küçülmeler, bölünmeler, bir tezatlık oluşturmuyor mu? Doğru olan hangisi?

- Çok önemli bir imtihan rüzgârı esiyor bu hizmetlere mensup olan insanların üzerine. Burada şahsi zaafların devreye girmesiyle yeni bir imtihan başlıyor. Bununla ilgili birçok detay Risale-i Nurlarda özellikle lahikaların çeşitli yerlerine serpiştirilmiş, izah edilmiş ve ikazlarda bulunulmuştur. Bu şahsi zaaflar ve ben baş olayım tutkusunun yanı sıra bir takım rekabetler, kıskançlıklar ve ihtilaflar zaman zaman öne çıkabiliyor. İhlas Risalesinin hemen başında aktarılan bir hadisi şöyle hatırlarız; “İnsanlar helâk oldu; âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu; ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu; ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” İhlası her an kaybetme riski içindeler. Kademeli bir şekilde imtihanlar söz konusudur. Birini aşıyorsunuz bir başkasıyla karşılaşıyorsunuz. Bunun dışında çok önemli bir başka detay ise; siyasetin en önemli ihtilaf ve fitne sebeplerinden birisi olması. Siyasi fikir ayrılıkları demin bahsettiğim şahsi uyuşmazlıklarla birleştiğinde daha da yıkıcı olabiliyor. Onun için Bediüzzaman’ın “sakın ha siyaset cereyanları sizi tefrikaya atmasın” şeklindeki uyarısını unutmamamız gerekiyor. Ve siyasi fikir farklılıkları çok daha önemli ve kalıcı müştereklikleri geri planda bıraktırabiliyor. Oysa bilmeliyiz ki, siyaset gelip geçici bir şey. Bugünün siyaseti yarın geçersizleşebiliyor. Bugünün çok güçlü bir siyasi aktörü yarın silinmiş olabiliyor. Onun için tüm bu hassas meselelerin otokritiğinin tüm cemaatler tarafından ön koşulsuz yapılması zaruriyet ve mecburiyettir.

- Küreselleşen dünyada birey faktörü “tabiri caizse” kutsallaştırılırken ve bireye özgü yeni bir dünya inşa edilirken bireyin tam karşısında bir konumda ve bambaşka bir anlayışı savunan cemaatlerin bu tutumunu nasıl değerlendirirsiniz? “Şahıs” ve “şahsı manevi” dediğiniz ilkeler bağlamında bu durumu nasıl izah edersiniz? Burada çok büyük bir çelişki yok mu?

- Bu sorunuzun muhtelif bazı yerlerini “cemaatler” adlı kitabımda işlemiştim. İnsan sosyal bir varlık olduğundan tek başına yaşayamaz.  Hem maddi hem manevi ihtiyaçlarını karşılama noktasında diğer insanlarla teşriki mesai yapma ihtiyacı ve zorunluluğu var. Tek başına yaşama dediğimiz şey ancak romanlarda ve o da geçici bir süreliğine olur. “Zaman cemaat zamanıdır” diyen Bediüzzaman “Bu dostsuz zamanda” ibaresini boşuna kullanmıyor? Bu imgelem bireyselleştirme rüzgârlarıyla daha da katmerlenebiliyor. Bireyselleştirme rüzgârı; bireyi toplumdan, sevdiklerinden ve ailesinden koparıyor ve bir bakıma fıtratını bozuyor. İşte buna karşı bir istinat noktasıdır cemaatler.

- Yani ortada bir gayri tabiilik yok diyorsunuz… Öyle mi?

- Şöyle izah edeyim; “Cemaat mensubiyeti birey kimliğini eziyor ya da biat kültürünü benimsiyor” diyorlar. Bediüzzaman’ın tarif ettiği cemaat anlayışında böyle bir durumdan söz edilemez. Tam aksine kuvvetli şahsiyetlere sahip bireylerden oluşan ve her bir kuvvetli şahsiyetin sahip olduğu donanımla müşterekliğe kuvvet verdiği ama onu bir enaniyete dönüştürmediği bir denge meselesidir. Hem meziyetlerinizle üstün bir şahsiyete sahip olacaksınız hem de cemaatin şahsi manevisi içerisindeki havuzda enaniyetinizi eriteceksiniz.  Bunu başarabilmenin formülünü yine Bediüzzaman’ın örnek yaşamında görebiliriz; Hem Allah’ın verdiği kabiliyetler hem de kendi gayretiyle elde ettiği donanımlar noktasında erişilmez bir irtifayı temsil etmesine rağmen “ben sizin bir ders arkadaşınızım” diyor.  Yani o yüksek hasletlerle tevazu ancak bu kadar güzel dengelenebilir…

- Günümüz yeni dünya düzeninde cemaatlere hangi bakış açısıyla bakılıyor. Etkinlik dereceleri dün mü bugün mü çok fazla? Ve gelecekte nasıl bir etki derecesine sahip olması bekleniyor?

- Günümüz Türkiye örnekleminde bir değerlendirme yapacak olursak; 15-20 Temmuz süreci maalesef cemaatler algısını oldukça tahrip etmiştir. Cemaatler üzerinde kurgulanan oyunlar toplumun cemaatlere bakış açısını olumsuz yönde etkilemiştir. Çok büyük bir manevi tahribat var. Ama bu bir travmadır. Geçici bir haldir diye ümit ediyoruz. Cemaatler aslında esası ve özü itibariyle manevi hizmetler için vardır. Ama cemaatleri bu asli hizmetlerinden uzaklaştıracak tuzaklar da vardır. Bunun başında siyasileşme, ticarileşme ve dünyevileşme olgularını sayabiliriz… Bir cemaatin hedefi devleti ele geçirmek, devleti yönetmek ve siyasete hâkim olmak olmamalı. Dünyaya çağıran çoktur diyor Bediüzzaman. Önemli olan asıl hayata hazırlanmaktır. Cemaatler tam da bunun için var.

- Peki, ortada büyük bir travma var madem, bu travmanın atlatılması için neler yapıyor cemaatler?

- Bu olumsuzlukların yeniden onarılması için samimi bir duyarlılıkla kuvvetli bir seferberliğe ihtiyaç var. Hiçbiri istisna olmamak kaydıyla bütün cemaatlerin yaşanan bu olumsuz hadiselerin çözümü noktasında gayret gösterme zorunluluğu var. Meselelerin masaya yatırılıp, enine boyuna tahlil edilmesi ve çıkarsamalarda bulunulması ihtiyacı var. Bunu yaparken de samimi bir şekilde davranma ve bir takım suçlamalara gitmeden çözüme ulaşma sorumluluğu var. Bu süreçte hedefteki bir cemaate hukuksuz şekilde çok yüklenilirken ona atfedilen aynı suçlamalara konu olan haller şu anda başka cemaatler tarafından devam ettiriliyor. Devlette kadrolaşma bitmedi. Biri gitti biri geldi. Bu gerçeklik ışığında aynı tuzağa diğerlerinin de düştüğü sonucu çıkıyor. Bu aynı zamanda meselelerden ders alınmadığı manasına geliyor. Bu yanlışlar yaşanan sıkıntıyı daha da katmerleyerek devam ettirmekten başka bir netice vermiyor. Çağrıda bulunuyoruz; cemaatlerin işi bu değil. Olmamalı. Cemaatler asli görevleri olan manevi hizmetlere yeniden geri dönmeli…

- Tüm bu bilgiler ışığında günümüzde toplumu ve gençleri içine alan en büyük tehlike nedir diye sorsam…

- Hedefsizlik derim. Yani hayatın anlamını kaybetmiş olmak. Bu sorun günümüzün en büyük tehlikelerinden birisidir. Yaşamın temel sorularını ve bunların mahiyetini sorgulamaz olmaktır. “Biz niye varız? Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Hayat yalnızca bu dünya hayatından ibaret olmamalı. İnsana verilen duygular, kabiliyetler, talepler ve arzular ebede uzanıyor. Bu manaların özellikle gençlerin dünyasına yeniden taşınması ve yeniden düşünülür hale getirilmesi gerekiyor. Tam aksine onları düşündürmemek için zihinleri o kadar çok oyalayıcı şeylerle meşgul ediliyor ki… Güya dindar görünümlü siyasal iktidarın yaptığı hukuksuzlukların geniş kitlelerde meydana getirdiği tahribatlar ve buna tepki olarak dinden soğuyanların sayısı da azımsanmayacak boyuttadır.

- FETÖ sürecinde aldığınız pozisyonu nasıl değerlendirirsiniz? Mazlum, mağdur tanımını yeniden yapar mısınız? İktidar siyaset bileşkesinde veya etkisinde kalan mağdurlukların dışında kalan mağdurluklar da sizlerin mağdurluk tanımı içerisine giriyor mu? Yani sizler hiçbir ayırım yapmaksızın her türlü mağduriyetin yanında olduğunuzu iddia edebilir misiniz? Eğer böyleyse bunu hangi örneklerle somutlarsınız?

- Bu ülkede cemaat mensubiyeti, teröristlikle özdeşleştirildi. Cemaatlerin sohbetlerine katılanlar, yayın organlarını takip edenler, terörist ilan edildi.  -Bu yanlıştan kaynaklı- binlerce insanın onuru, gururu yerle bir edildi. “Kaderin üstünde bir kader vardır gerçeği unutuldu ne yazık ki”.  Herhangi bir cemaatle ilgili eleştirileriniz olabilir ki bizim de olmuştur. Ancak biz her defasında hukukun temel prensiplerini hatırlatıyoruz ve hatırlatmak durumundayız. Mesela masumiyet karinesi; bir insan bağımsız mahkeme kararıyla suçlu olduğu sabit olmadıkça suçlu ilan edilemez. Bunun dışında suç ve ceza şahsidir. Konuyla ilgili bir ayeti şöyle hatırlarız; Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup ahirette mesul olur; dünyada değil. Perinçek’in biz icat ettik dediği FETÖ yaftası üzerinden hiçbir ilgisi olmayan insanlar gün yüzüne çıkamayacak kadar aşağılandılar. Ergenekon ve Balyoz davalarında da gene hukukun temel prensiplerine riayet edilerek bu süreçlerin götürülmesi gerektiğini savunduğumuzda birileri bizi ergenekoncu ilan etmişti. Tek adam rejiminin ekonomiye olumsuz yansımalarını tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz. Beş iktidar holdinginin alabildiğine zenginleştiği ve milletin kesesinden beslendiği gerçeği gün gibi ortadadır… Buna mukabil dar gelirli insanların daha da fakirleştirildiği, mağdur edildiği, acı bir manzarayla karşı karşıyayız. Bunun dışında kadın cinayetlerinden tutun cezaevindeki bebeklere ve annelere varıncaya kadar hukuksuzluğun uzanmadığı yer yok! Hasta olanların yanı sıra göz göre göre ölüme mahkûm edilen insanlar var ve bunlar bu kadar tepkilere ve çağrılara rağmen tahliye edilmiyor! Bunun adı olsa olsa sosyal bir dram olur! Biz toplumun yüreğini sızlatan ve insan onurunu inciten tüm mağduriyetlerin karşısındayız.

- Cemaatlerin işi devleti yönetmek olmadığı gibi devletin işi de cemaatlere nizam vermek değildir? Söylemlerinizden hareketle peki burada denge unsuru olan şey tam olarak nedir? Bir de Gülen grubuyla birlikteliğiniz ne zaman ve nasıl sonlanmıştır?

- Sondan başlayayım; 12 Eylül’den sonra darbecilerin belli şartlar karşılığında birlikte çalışma teklifinde bulunduğu Mehmet Kutlular’ın “Ben reddedince Gülen’e gittiler” açıklaması gösteriyor ki, artık ayrılığımız kesinleşmiştir; bunu neden mi söylüyorum; bu tarihlerle eş zamanlı Gülen’in önünün açılması ve görünen, görünmeyen yoğun desteklerle getirildiği nokta Mehmet Kutlular’ı teyit etmiştir. Sonrasında Mehmet Kutlular ağabeyin 1990 mevlidinden sonra gözaltına alındığı süreçte gerçekleşen bir mit sorgusu var; bunu hatıralarında şöyle anlatıyor; resmi ideoloji güdümündeki devlet, fitnekar elini cemaatlerin içinden çekse biz bu meseleleri kendi içimizde rahatlıkla çözebiliriz. Çünkü cemaatlere çeşitli zamanlarda kurgulanmış sızmalar oluyor ve tuzağa düşmeler de o sızmalar vasıtasıyla gerçekleşiyor. Ticarileşme, siyasileşme cemaatlerin önde gelen insanlarının şahsi, hissi uyumsuzluklarının köpürtülerek kullanılması, tahrip edilmesi ve bunun büyük fitnelere ve ihtilaflara dönüştürülmesi, bu sızmaların en üzücü neticesidir. Bu yüzden özellikle 1980’le birlikte ve bilhassa 12 Eylülden sonra bu tuzaklar çok işletilmeye başlandı. Devletin elini soktuğu şeyden hayır gelmez diyordu Kutlular ağabey. Kaldı ki, devletin kendisi bir kere denetime kapalı. Hele bu son dönemlerde tek adam rejimiyle birlikte tamamen sorgulanamaz bir şekle dönüştü. Bir devletin cemaatler tarafından yönetilmesi gibi bir kıstas olmaz. Cemaat mensubiyeti devlette görev almak için bir tercih sebebi de olmamalı münhasıran dışlama sebebi de olmamalı. Tek ölçüt ehliyet ve liyakat olmalı.

- Bir röportajınızda siyaset ve ticareti cemaatler için en tehlikeli tuzaklar olarak değerlendirmişsiniz; bunu biraz açabilir misiniz? Bu tuzağın öyküsünü anlatabilir misiniz?

- Cemaat mensupları şahsen siyaset de yapabilir, ticaret de. Tabii donanımları ve kabiliyetleri ölçüsünde. Ancak cemaat mensubiyetinin getirdiği güzel hasletleri kaybetmemek kaydıyla. Çünkü siyaset mayınlı bir alan. Cemaat mensubu bir birey ticaret de yapabilir. Ancak hizmetlerimizi daha iyi finanse edelim, daha geniş imkânlara ulaşalım ya da daha güçlü bir konumda olalım şeklinde başlayıp daha sonra önü alınamayan bir ihtirasla ticarette sektörleşmek, holdingleşmek ve her alanda faaliyet gösterir konuma gelmek şeklinde olmamalıdır. Bu noktaya dönünce iş hele cemaat adına yapılınca araçlar amaç haline dönüşür.

- Bir de “himmet meselesi” var; ölçülü veya ölçüsüz himmet nedir? Nasıl anlaşılmalı? İşin gerçek tanımı nedir?

Son dönemlerin belki de en çok konuşulan, takibatlara konu edilen konularından biridir bu. Hatta mahkûmiyetlere ve yargılanmalara da zemin oluşturmuştur. Zübeyir ağabeyin bir ifadesini şöyle aktarabiliriz; Para veren emir de verir. Dışarıdan alınan destek alanı bağımlı hale getirir. Bizim yaptığımız iş maddi işlerin çok ötesindedir.

- Yeni Asya gazetesi veya cemaati olarak siyasete konumunuzu hangi kıstaslara göre belirliyorsunuz? Siyasete yakınlaştığınız veya uzaklaştınız dönemler oldu mu?

- Siyasete yakınlığımızı veya uzaklığımızı yapılan doğru ve adaletli işler belirler. Doğru olan her işin yanında ve destekçisi olduğumuz gibi yapılan her yanlışın da karşısındayız. Risale-i Nur’larda aldığımız ölçüler istikametinde bir takım mesajlar vermeye çalışıyoruz; Diyoruz ki demokrasi, hukuk, adalet, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve güçlü meclis ortak paydamız olmalı. Tek adam rejimi bizim benimsemeyeceğimiz bir durum değildir. Bediüzzaman’ın dediği gibi riyaseti şahsiyesin katiyen aleyhindeyim. Esas olan meclistir. Hükümette de meclisin emrindedir. Gelelim sorunuzun asıl yanıtına; demokrat, adalet, doğruyol özelinde demokratlara verdiğimiz bir desteğimiz var ama bu destek Türkiye ve dünya gerçekleri istikametinde ilerleyen ve her dönemde de meşveretlerle tazelenen bir destek. Burada din adına yapılan siyasete kapalı olan bir yaklaşımız var. Diğer taraftan bürokrasinin ve resmî ideolojinin güdümünde olan siyaset yapısına da temelden itirazımız var. Herkes için demokrasi diyoruz. Bunun gereğini yerine getiren ve bu söylediğimiz hakikatler silsilesine yakın olan da demokrat geleneğidir. Dine hizmet etmiş, ama din adına siyaset yapmamış, dini değerleri siyasette kullanmamış çizgidir. Bizim bu desteğimizin kesinlikle bir partizanlık ölçüsünde olduğu düşünülmesin. Ayrıca oy manasında destek verdiğimiz siyasi partiden hiçbir zaman bir karşılık beklentisi içinde olmadık. Bunun yapmaya çalıştığımız hizmetin ruhunu oluşturan ihlasa ters düşeceğini yakinen biliriz. Bu yüzden bize bu noktada hiç kimsenin en ufak bir leke sürme imkânı yok. Biz bu noktada son derece şeffaf ve temiz bir sicile sahibiz.

- Peki desteklediğiniz demokrat geleneğinin başında demokrat geleneğine uygun bir isim yoksa ya da Mehmet Ağar, Tansu Çiller gibi isimler gerçekten demokrat tanımı içinde değerlendirilebilir isimler mi? Böylesi bir durumda tavrınızı merak ediyorum.

- Demokrat Partinin başına söz ettiğiniz şekilde demokrat geleneğine uygun olmayan isimlerin geldiği dönemlerde onlara yönelik endişelerimizi manşetlerimize taşıdık. Desteğimiz yanlışı destekler boyutuna hiçbir zaman ulaşmadı. Doğruyu ihlal eden bir gelişme olduysa şayet meşveret kararı ile bu desteğimizi geri çekmesini de bilmişiz. Demokrat ekolün söz konusu bu isimleri çok fazla taşıyamayacağı gerçeğini de tüm çıplaklığıyla gördük görüyoruz.

- Röportajımızın son bölümüne geçmeden hemen önce bazı kavramları sormak istiyorum. Kavramlardan hemen sonra ise röportajımızın final bölümüyle yeniden karşınızda olacağız. Kavramlar akıllarda her zaman soru işaretlerine neden olur. Çünkü bu kavramlar çoğu zaman net olarak anlaşılmaz ve muğlak kalır. Hangi kavramdan ne anlamalı ya da ne anlaşılmalı? Şimdi soracağım kavramların sizlerin dünyasında nasıl yer ettiğini merak ediyorum. Fikriniz, misyonunuz, davanız çerçevesinde değerlendirecek olursanız bu kavramlara yönelik hangi açıklamalarda bulunursunuz. Bu kavramlara bakış açınızı perdesiz olarak sunacak olursanız neler söylemek istersiniz.

- Kemalizm: Kemalizm’den birinci anlamamız gereken şey Kemalizm’in dünyasında inanç kavramı yok. Ahireti kabul etmeyen ve tamamen dünyaya odaklanan bir ideoloji diyebiliriz. Kemalizm’in atfedildiği ismin de zaten bu yönde beyanları var; dünyanın sonunun hiç olduğunu söylüyor. Peki, bu ideoloji dünyayı tanzim edebiliyor mu? Elbette hayır. Kemalizm’in altı oku, bireyin ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek muhteva ve derinlikten çok uzak. Konuyla ilgili Şerif Mardin’in ilginç bir tespiti var; “Kemalizm kuru ve sığ bir ideolojidir.” Türkiye’ye getirdiği yönetim sistemi ve bu sistemin sonuçları da apaçık ortadadır.

- Mehdi ve Deccal:  Bu meseleyi şahıslar üzerinden de değerlendirmek mümkün ama Bediüzzaman daha çok şahısları esas alan yorumlardan ziyade manayı öne çıkaran bir yaklaşım sergiliyor. Bizzat son peygamberin haber verdiği üzere her asırda onun getirdiği mesajı güncelleyecek mücedditler gelecektir. İşte onlardan biri de büyük mehdidir. Bu manalar, Bediüzzaman’ın kendisine işaret etse de o bunu reddediyor. İmamı Rabbani’nin “istikbalde iman hakikatlerini kemali vuzuh ile izah edecek bir adam gelecek” sözlerine Bediüzzaman; zaman gösterdi ki o adam bir şahıs değil bir şahsı manevi olan Risale-i Nur’dur şeklinde karşılık verecekti. Deccal ise bunun tam karşısında bunun zıttı istikamette bir mücadele içerisinde olan diğer bir şahsı manevidir. Bunlar hazreti Âdem’den beri süregelen iman ve küfür mücadelesinin iki kutbudur. Bu mücadele çetin bir mücadeledir!

- Milliyetçilik: Ayette de buyrulduğu gibi Allah; “sizi kavim kavim yarattık ki birbirinizi tanıyasınız.” Birbirinize husumet edesininiz diye değil. “Ey insanlar hepiniz Âdem’in çocuklarısınız” diyor hazreti peygamber o yüzden meseleye böyle bakmak lazım. Etnik farklılıklar bir kavga bir üstünlük veya diğerine hâkimiyet kurma konusu olmamalı. Yardımlaşma vesilesi olarak değerlendirilmeli. Müslümanlar açısından bakıldığında daha da değerli bir prensip ortaya çıkıyor; “bizim milliyetimiz İslamiyet’tir” diyor Bediüzzaman. Arap, Türk, Arnavut, Acem, Kürt gibi ayrımlar İslam ümmeti ortak paydasında bir anlam taşımayan izafi farklılıklardır. Hadiste de buyrulduğu gibi, eğer “İslam kardeşliği” ortak paydası söz konusuysa Arap’ın Aceme, Acemin Arap’a bir üstünlüğü yoktur. Allah katında en yüksek dereceye sahip olmanın ölçüsü şüphesiz ki takvadır.

- Kürt Sorunu: Bediüzzaman’ın Muhsin Alev ağabeyden aktarılan bir sözü var; Eğer Kürtler İslam milliyetçiliğini esas alırlarsa ittihadı İslam’a vesile olabilirler. Ancak bu bahsetmeye çalıştığımız manadan kopuk bir şekilde kavmiyetçilik tarzında bir mecraya dökerlerse o zaman tersi olur. “Kürt sorunun çözümü; ırkçılığın terki, İslam kardeşliğinin güçlendirilmesi ile demokrasi ve hukuktan geçer”

- FETÖ: Perinçek “bu kavramı biz icat ettik, devlet de kabul etti” diyor. Hatta Yargıtay kararlarına iliştiren de biziz diyor. Bu bile aslında meseleyi yeterli bir şekilde izah etmeye yetiyor. Bir cemaati, o cemaatin önderini eleştirebilirsiniz, yanlışları da olabilir. Ama terör, teröristlik ithamı bambaşka bir alan ve çok ağır bir ithamdır. Çok oturmuyor doğrusu. Bu meselelerin yanlışlığı zamanla anlaşılmıştır.

- Siyasal İslam; Burada İslam kelimesi geçtiği için İslam’a duyulan hassasiyeti en başından zedeliyor. Burada dinin siyasete alet edilmesi, siyasi maksatlarla kullanılması, iktidara gelmek ve iktidarı muhafaza etmek için dini değerlerin kullanılması şeklinde anlamlandırmak şeklinde tanımlanabilir. Bediüzzaman bunu cinayet olarak vasıflandırıyor. Yani din, iman hakikatleri; kâinatın da üzerindedir. Siyaset cereyanlarına alet edilemez.

- Frenk İlleti; İslam kavmiyetlerini parçalamak üzere bir amaç takınır. Avrupa’nın içimize attığı bir tuzaktır. Bediüzzaman’ın iki Avrupa tasnifini dikkate alarak bu meseleyi değerlendirmek tutarlıca olacaktır. Biri; adalet, hakkaniyet ve insanlığa faydalı olan fen ve sanatlara hizmet eden müspet Avrupa, diğeri de felsefe ve materyalist anlayışın ortaya çıkardığı sefahat ve delaleti tecvit eden menfi bozuk Avrupa. İşte o illet bu bozuk Avrupa’nın bir icadıdır.

- Manevi Tahribat, insanın dünyada bulunuş hikmetini kaybetmesidir. Allah’la olan bağının zayıflaması, kopması, imani intisap yaklaşımının tahrip olması olarak da tanımlanabilir. İnsan ahlakının zarar görmesi, manevi değerlerin insan hayatında artık yer bulamaz hale gelmesi ve her şeyin maddi kriterlerle ölçülür olmasıdır.

- Röportajımızın son bölümüne gelirken; şahıs, gazete veya cemaat olarak övüneceğiniz veya öz eleştiride bulunacağınız şeyler var mıdır? Paylaşmak ister misiniz?

- Şahıs olarak değil belki ama şahsı manevi açısından iftihar ettiğimiz tek şey; çizgimizin kırıksız olmasıdır. İlk günlerde savunduklarımızın bugün aynı şekilde savunucusuyuz. Zaman zaman beşeri hatalar olsa da bu hatalar o çizgimizin kılıksızlığına gölge düşürmez. Kurumun çatısı altında birçok insan yetiştirdik. Yetiştirdiğimiz bu isimlerin birçoğunun bugün bizimle irtibatı kalmasa da ve hatta şu anki duruşumuza eleştirel bir tavır takınsa da bu durum Yeni Asya ekolünün etkisinden bir şey eksiltmez. Peki, bu durum bizim kusurumuzdan mı kaynaklanıyor yoksa bizi aşan, hâkim olamadığımız yahut kontrol edemediğimiz bir takım şeylerden mi kaynaklanıyor? Bunun iyice sorgulanması gerekiyor. Tabi biz bir cemaat gazetesi olduğumuz için cemaatleri içerden ve dışardan etkileyen bir takım olumsuz haller ister istemez bize de yansıyabiliyor. Ve onların yansımaları olarak yetiştirdiğimiz bu kadrolarda kayıplar yaşayabiliyoruz. Unutmadan söylemeliyim ki; istişare sisteminin sağlıklı işletildiği dönemlerde bu zayiatlar hafiflemiş ama sağlıklı işletilemediği veya istişare kararlarının benimsenmediği dönemlerde bu zayiatlar katlanarak artmıştır. Özetle; Risale-i Nur’un medyadaki dili olarak yarım asır önce yayın hayatına atılan Yeni Asya, çıktığı ilk günden itibaren demokrasiyi, hukuku, adaleti, hak ve özgürlükleri esas alan, darbe ve müdahalelere karşı fikri mücadelesini sürdüren, dinin siyaset ve ticaret başta olmak üzere hiçbir dünyevi hedefe alet edilmemesini esas alan bir çizgiyi takip etmiştir. Yeni Asya’nın devleti ele geçirmek, yönetmek, kamu kurumlarında kadrolaşmak gibi gündemleri hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü biz Risale-i Nur’un temel prensiplerini yayın çizgimiz olarak görmüş bir yayın kuruluşuyuz. Ayrıca Yeni Asya bugüne kadar hiçbir çatışma ve gerilimin tarafı olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. Son yıllarda meydana gelen olaylarda da bu tutumunu sürdürmektedir. Hakkın hatırını âlî tutarak, doğrunun, hakkın ve adaletin yanında yer almaya devam edecektir.

- Son bir sözünüz var mı?

- Kırıksız ve tavizsiz yayın çizgimizin nice 52 yıllara kavuşması temennisiyle…

Sevgiyle kalın, hoşça kalın.

 

Paylaş