Hiper gerçeklik Fransız sosyolog ve filozof Baudrillard (1929-2007) tarafından ortaya atılan bir kuramdır. Jean Baudrillard’ın kuramına göre sanayi sonrası topluma artık hiper gerçeklik hakimdir. Artık dünyaya ilişkin bilgi ve anlayışımızın birincil kaynağı gerçekler değil, onun yerini almış işaretlerdir. Hızlı bir şekilde gelişen teknoloji ile önümüzdeki çağın hiper gerçeklik çağı olması kaçınılmazdır. Günümüzde ise çeşitli alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Reklam ve film sektörleri başta olmak üzere diğer sektörlerde de etkileri ciddi şekilde görülmektedir. Özellikle Microsoft, Skype üzerinden yaptığı çalışmalarla gerçek zamanlı tercüme teknolojisini hayata geçirmek için büyük çaba sarf ediyor.
Peki bu kuram tam olarak nedir?
Gerçek ve kurgu arasındaki çizginin yok edilmesidir. Kendi gerçeklerimizi kaybedip bize gösterilen ve düşüncelerimizi kontrol etmeyi başaran sanal gerçeklerin kabul edilmesidir. Gerçek üstü olarak tabir edilen bu kuramda hayal dünyası, gerçekliğin önüne geçer ve bir tür tabu ile kendini tek gerçeklik olarak inandırır. Hatta kendi kararlarımızı bile veremeyeceğimiz bir hale geleceğiz bizim yerimize karalarımızı verecek, sorgulayacak teknolojiler geliştirilecek. Baudrillard hiper-gerçeklik kavramını, gerçeğin herhangi bir kökenden yoksun olarak modeller aracılığıyla yeniden üretilmesi olarak açıklıyor. Dijital mecraların iletişimde ağırlık kazanması ile televizyon ve sonrasında çıkan teknolojik ürünlerin başka bir gerçekliği işaret ettiğini söylüyor. Baudrillard kuramının anahtar kelimelerinden biri de “simulark” kelimesidir. Simulark, orijinali olmayan bir kopyanın kopyası olmakla birlikte gerçeklik olarak algılanmak istenen görünümdür. Aslında bu kuram “gerçek dünyayı yok ettiğimize göre, geri kalan dünyaya ne diyeceğiz?” sorusuna “hiper-gerçeklik” ismi ve tanımıyla cevap olmuştur. Hiper gerçeklikten sonra artık gerçekliğe herhangi bir ihtiyaç kalmamıştır.
Baudrillard gibi gerçeklik üzerine kurduğu düşünce sistemleri ve teoriler ile bilinen bir diğer isim de Guy Debord’dur. Yalnızca teorilerini sistematize ederken kullandıkları yöntemler farklıdır. Debord’un gerçeklik ve hiper gerçeklik ile ilgili çok güzel ifade ettiği bir düşüncesi vardır. İzleyicinin seyredilen nesneye yabancılaşmasından bahseder Debord; “İzleyici ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar, kendisini egemen ihtiyaç imajlarında bulmayı ne kadar kabul ederse kendi varoluşunu ve kendi arzularını o kadar az anlar. Gösterinin etkin insan karşısındaki dışsallığı kendi davranışlarının artık bu insana değil, bu davranışları ona sunan bir başkasına ait olması gerçeğinde ortaya çıkar. İşte bu yüzden izleyici hiçbir yerde kendini evinde hissetmez çünkü gösteri her yerdedir.” (Debord, 1996: 22). Debord, gerçekliğin ters yüz edilişinden ve tersine çevrilişinden sorumlu tuttuğu gösterinin dışında da bir gerçekliği düşünme imkanını bize sunar.
Bir insanı hayata bağlayabileceğimiz gibi bir insanın yaşamına son da verebiliriz, ayrıca bir gezegeni yaşatabilecekken bir gezegeni yok da edebiliriz. Yıkım yerine yapıma odaklanacağımız süre boyunca yıkılan biz ve bizim düşüncelerimiz olmayacak. Teknoloji hayatımızın her anında olan bir gerçekliktir. Önemli olan bu gerçekliği verimli ve yararlı bir şekilde kullanabilmektir.
Gerçekliğimizi kaybettiğimizde düşünme, karar verme gibi bizi biz yapan yetilerimizi de yavaş yavaş kaybederiz. Herkes aynı düşünür, aynı konuşur, aynı davranır ve hayat sadece sanal bir oyuna dönüşür. Kendimize sınırlı seçeneklerden bir kişilik oluşturup sınırlı bir yaşam seçip aslında kolay ve farklı gözüken ama altında derin bir sıradanlık yatan bir yaşam seçmiş oluruz. (Farklılıkların güzelleştirdiğini ve özelleştirdiğini savunanlardanım.) İnsanlar çok derin ve birbirinden farklı özel canlılardır. Teknolojiyi bu özel canlıları geliştirecek ve daha da güzelleştirecek şekilde kullanmamız gerekiyor. Maalesef bizler insanları birer makine yapıp makineleri birer insan yapmaya çalışarak enerjimizi ve gücümüzü ters yönde kullanıyoruz. Teknoloji ve yazılımı daha yararlı bir şekilde kullanmak ümidiyle…