Antalya’ya simge olmuş birçok güzelliklerimiz bir görsel şölen eşliğinde bizlere tarihi yaşatmaya devam ediyor. 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus'un Antalya'yı ziyareti onuruna, kenti çevreleyen sur üzerinde inşa edilmiş anıtsal zafer takı Hadrian Kapısı, Selçuklu mimarisiyle Yivli Minare Cami, Osmanlı eserleri ile Saat Kulesi ve satırlara sığdıramayacağımız birçok eserler geçmişin tozlu raflarını silmek isteyenlerin uğrak noktası haline geldi. Hatta Antalya’yı dört kez ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 6 Mart 1930’da ki ilk ziyareti sırasında Lara Yolu üzerindeki Erenkuş Mevkii'nde denizi, sahilleri, karla kaplı Beydağları’nın manzarasını seyretmiş ve “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir.”demiştir. Kenti tanımaya ömür yeter mi bilmem ama çocukluğunu, gençliğini, Antalya’nın her köşesini araştıran, taş üstüne taş bırakmayan ve edindiği bilgileri bizlere sunan usta kent araştırmacı ve ülkemizin turizm sektöründeki önemli kişilerden biri olan Hüseyin Çimrin ile yaptığımız röportajımız sizlerle.
1946 yılında Antalya’nın Kaleiçi bölgesinde doğan Hüseyin Çimrin, hayata atılma serüvenini ‘Babam Balkan Savaşın sırasında Üsküp’ten, annem de mübadele yıllarında Antalya'ya gelmişler. Babamın o dönemler de gazoz fabrikası vardı. Babam vefat etmeden önce, çocuklarının bu işi devam ettirmesi için 1954 yılında kalfasına sattı. Bu parayla da Yenikapı'da bir ev satın aldı ve kalan parasını da sağlığı için doktorlara harcadı. Ancak 1956 yılında 63 yaşında vefat edince ailemizin geçim derdi, evin en büyük oğlu olarak 10 yaşında bana ve ben dört küçük erkek kardeşime kalmıştı. İki kardeş çok küçük yaşlarda gazoz, simit, buz satma gibi çeşitli işlerde çalışarak, hem ailemizi geçindirdik, hem de okulumuza devam ettik. Arada kalan zamanlarda ya sokakta arkadaşlarla oyun oynar ya da evimizin yakındaki Karaalioğlu Parkı'na gider, çoğunlukla Kaleiçi'nden İskeleye inerdim. Ardından da şehrin caddelerini dolaşarak mahlalleye dönerdim. O zamanlarda bu dolaşma, topu topu 15-20 dakikamı alırdı. Bugün aynı güzergahı dolaşmaya çıksan insanın saatlerini alır. Küçük yaşlarda evi geçindirmek için çalışmaya başlamam, böyle Antalya dolaşmaları bende müthiş bir Antalya sevgisi yarattı.. Ama nereden bilebilirdim ki bu çalışmalar bir gün bana lazım olacağını’ cümleleri ile anlattı.
Çimrin "Antalya'ya olan Sevgisinin ilk adımlarını Antalya'ya ait ilk Antalya broşürleri ile başladığını, 12 yaşlarında para biriktirip bir fotoğraf makinesi satın alarak çektiği Antalya resimleri ile pekiştirdiğini" söyleyerek ‘okula gittiğim senelerde turizm derneği vardı bayram günlerinde ek iş olarak dernekte çalışırdık. Oralarda gelen turistlere dağıtılan broşürleri, gazetelerde, dergilerde orada burada Antalya hakkında çıkan tüm yazıları toplardım. Daha 12-13 yaşlarımda küçük bir kent arşivim oluşmuştu. Ayrıca Antalya Sevgisi üzerine yazdığım şiirlerimi yerel gazetelere götürüp yayınmasını sağlardım. Bir amaçla değil, Antalya'ya karşı özel bir ilgim nedeniyle topladım’ ifadesini kullandı.
Almanya'da Turizm Stajı yaptı
Türkiye'nin Almanya'dan diplomalı ilk Turizm Uzmanı ve Antalya bölgesinin ilk Almanca turist rehberi olan Çimrin, nasıl Almanca öğrendiğini ve sonrasında gelişen olayları şu sözlerle anlatarak ‘Almanca lisanını, Ortaokul ve Lise yıllarında Almanca derslerinde bana öğretilenlere paralel olarak Antalya’ya gelen turistlerle konuşa konuşa konuşma pratiğimi geliştirdim. Antalya’da Turizm Bölge Müdürlüğünde Tercüman Rehber olarak çalışırken Ankara’da Almanya’daki Turistik Tanıtım ve Turist Rehberliği araştırmak için bir burs sınavı açıldı. Katıldığım bu sınavdan derece alarak 1965-1966 yılları arasında bir yıl boyunca Almanya’da turizmin çeşitli dallarında staj gördüm. Staj dönüşü askerlik görevinden sonra, Turizm Bölge Müdürlüğü'nün Turizm Danışma Bürosundaki eski görevime döndüm’ diyerek sözlerine ekledi.
İlk kitabının nasıl çıkardığını anlatan Hüseyin Bey ‘Turizm Danışma Bürosuna bilgi almak için gelen yerli turistler, Turizm ve Tanıtma Bakanlığının bastığı tanıtım broşürlerinin hep yabancı dillerde yakınırlar, "bizim de ülkemizi tanıma hakkımız yokmu? Keşke para ile satın alabileceğimiz Türkçe bir kitapçık olsaydı da, Antalya'yı tarihi ile de tanıyabilseydik" diye sitem ederlerdi. Henüz Antalya için yazılmış böyle bir seyahat rehberi olabilecek bir kitap piyasada piyasada yoktu. Bu sözler üzerine böyle bir kitap yazma kararı aldım. İş sonrası boş vakitlerimde daktiloyla yazmaya başlardım. Bazen eve de daktiloyu getirir yazardım. Neyse bittiğinde kitabımı basacak param yok. O dönemde de bir Alman turistle karşılaştım. Konu kitabıma geldi anlattım neden basamadığımı, Alman turist bana parayı ben vereyim dedi araştırdım: İstanbul'da bastırılacak kitabın 12 bin Mark o zamanların parasıyla ve ilk kitabımı böylece bir Almanın parasal katkısı bastırabildim. Kitaplar geldiğinde satış için destekçim olan eşim okullara gidip satardı. Ama bir gün yasal olmadığını söylediler, MEB'dan tavsiye kararının olması gerekiyormuş. Kitaplarımı ilgili kurumlara gönderdim bir süre sonra bana yazı geldi ilkokul ve ortaokullarda yardımcı kitap olarak okutulmasına uygun görülmüştür diye ve böylece okullarda okutulmaya başlandı. Daha sonra merak ettiğim ilgi duyduğum konularda araştırma yapıp onları da zamanla kitaplaştırdım’ dedi.
Antalya’nın eski evlerinin mimari yapısından bahsederken Çimrin, ‘şuan Kaleiçi’nde gördüğünüz evlerin çoğunluğu Rum yapı ustalarının inşa ettiği evlerdir. Büyüklerimden duyduğum kadarı ile Rumlar gittikten sonra 1935'lere kadar Antalya'da bulunamadığı söylenir.
Çok merak ettiğim ve bir o kadar da şaşırdığım soru karşısında Antalya’nın asıl yerlilerini sırayla söyleyen Hüseyin Bey ‘Antalya Antik Dönemde adı Pamfilya'dır. Bu kelime Çeşitli Irkların Ülkesi anlamına geliyor. Yerli halk olarak Türkmenler, Araplar, Giritliler, Moralılar, Arnavutlar, Selanikler, Karaferyalılar (Romanlar), Kıbrıslılar, Bulgarlar, Çerkezler bunlar gerçek Antalya’nın yerlileridir. Bunlara günümüzde bunlara Rusları, Kırgızları, Azerileri, Alman, Fransız, İsveç, Hollanda vesair Avrupa ülkesinden gelip yerleşenleri de eklerseniz, alın size bir 21. Yüzyıl Pamfilya'sı’ dedi.
Ömrünü turizme adayan Hüseyin Beye kendi dönemindeki turizmin canlılığını sorduğumuzda ‘pek canlı değildi. 3-4 turist geldiğinde gazetelere isimleriyle haber olurdular. Yani toplam yılda 100 kişi gelmezdi. Gelen yüz turistle de muhakkak tanışır konuşurdum. Antalya'da Turizmin Miladı 1984'tür. Yani Modern Turistik tesislere yapılmaya başladıktan sonra’ dedi.
‘Eski yaşantıyı değil, eski bakir Antalya'yı özlüyorum.’
Konu eski yıllardan açılırken kendisine eski günlerinizi özlüyor musunuz dediğimde ‘Antalya’nın manzarası o kadar güzeldi ki oturur Antalya hakkında şiirler yazardım. Ama şimdi her yer Cafe olup doldurulmuş. Nostaljik olarak herkes çocukluğunu özlüyor da kimse o günlerin zorlu yaşamını hatırlamıyor. Hiç vakit geçmezdi oynuyorsun oynuyorsun nereye kadar. Eskileri pek özlemiyorum kimse o yıllarda çekilen zorlukları, yaşanan acıları görmüyor. Zor yıllardı, hele çok yokluk vardı. Örneğin Alanya ilçesindeki biri kişi ile telefonla görüşebilmeniz için en az 2-3 saat Postanede sıranızın gelmesini beklemeniz gerekirdi. Mahallede olsa olsa en çok 2-3 evde telefon vardı. Vardı ama onlar da evlerinde şehir dışı konuşmalarında o kadar saat telefon başında sıra beklemeleri gerekirdi.’ sözlerini kullandı.
Hüseyin beye en keyif aldığınız, nerede o eski günler dediğiniz bir dönem olup olmadığını sorduğumuzda kendisinin Turizm açısından 1960-70’li yıllar olduğunu söyledi daha sonra cümlelerine şunları ekledi ‘Antalya adına yaptığı yeniliklerle Dr. Burhanettin Onat’a çok borçluyuz. Turizm için Antalya’da ilk festival Burhanettin Onat döneminde oluşturuldu. Festivalin ismi ilek başta Antalya Belkıs Müzik ve Tiyatro Festivaliydi. Daha sonrasında film de eklenerek Antalya Belkıs Müzik, Tiyatro ve Film Festivali oldu. Daha sonra Tiyatro ve Müzik bir kenara itilip, Film öne çıkarak festivalin adı Antalya Altın Portakal Festivali'ne dönüştü’ diyerek ifade etti.
Antalya’nın turizm sektörü hakkında konuştuğumuzda ‘1970’lerin sonuna kadar gazetelerin Antalya hakkında haber çıkmadığını görürdüm. Ülkemizin Antalya iline verdiği değer her dönemde azdı. Şimdi ise Kitlesel Turizmle (yani ucuzcu turistle) Antalya’mızı eskitiyoruz, artık yaşanmaz bir duruma getirdik bile. Dağa taşa ev, otel yapılıyor. Turistin ilgisini çekebilecek manzara kalmadı. Antalya’yı hep Alaaddin’in Sihirli Lambasına benzetiyorum. Lambayı ovuyoruz ama içindeki cin çıkmıyor, Çünkü güzel ve sihirli lambanın ruhu-cini uçtu gitti’ sözlerini kullandı.
Muhakkak bir turistin Antalya’ya gelirken uğraması gereken yerleri sıralayan Çimrin, ‘bir turist Kalekapısını, Şelaleleri, Konyaaltını ve Dokumaparkı görmesi gereken yerlerdir. Antalya’nın çekim noktaları bunlardır’ diyerek sözlerini sonlandırdı.
Kendisine bu keyifli sohbetinden dolayı Büyük İstanbul Gazetesi olarak teşekkür ediyoruz.