Ah Şu Çılgın Türkler!

Aysel Kırılmaz'la Tarihin Arka Sokakları -8

100. Yılında Sakarya’dan – 99 yılllık Zafere

…İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

 

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

Tarihçi Albert Howe Lybeyer ‘Onlar (Yunanlılar) zafer ve Megalo İdea için dövüştüler, fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar’ diyor, tarihe düştüğü notlarında.

Anlam varsa her zaman çare vardır… İşte o anlam, Halide Edib için inançtır. Öylesine heyecanlıdır ki onun tabiriyle ‘Milli Hareketin Kâbesindedir’ artık. Hatıratının İkinci bölümünün başlığıdır. ‘Ankara’ ve bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılanır tren garında.

Hayatının bu İkinci perdesinde bambaşka bir dünyada gibidir Halide Edib; Dr. Adnan Adıvar ile birlikte yerleştikleri Numune Çiftliğinin yatakhanesinin balkonundan gördüğü dağlara belkide bu haleti ruhiye ile birine Cehennem Dağı diğerine Cennet Dağı diyecektir. Ve Ankaraya geldiğinin beşinci günü başlar çalışmaya karagâhta. Artık o, yolda Yusuf Nadi Bey ile hayalini kurduğu ‘Anadolu Ajansı’nın muhariridir,tarihin sahnesinde.

Cennettir; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı o tarihi ana şahitlik etmiştir. Cehennemdir; Bursa düşmüş, Yunanlılar Kütahya- Eskişehir hattında ilerlemektedir.Bu haberi alır almaz 2 Haziran 1921'de bir hastabakıcı üniformasıyla Hilal-I Ahmer’in hemşiresi olarak cehennemi seçer ve Eskişehir’e gider. O günlerin bir iz düşümü gibidir, Yakup Kadri’nin ismini verdiği Ateşten Gömlek romanı. Eskişehir düşmek üzereyken gördüğü cehennem manzarası karşısında; ise toprakananın diliyle ‘Zavallı Türkler!... Zavallı Yunanlılar!... Zavallı dünya!’ diyecektir.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya

Peki Halide Edib tüm bu gördüğü korkunç manzaralar karşısında inancını nasıl korumaktadır?

Hatıratında beni de çok etkileyen bir anısından bahseder;Ankara günlerinden birinde Hilal-I Ahmer’e yardım toplamak için kadın kollarının düzenlediği bir toplantıya konuşmacı olarak katılır:

‘Ne kadar sade konuşmak mümkünse, Türkiye’nin durumunu o kadar açık olarak anlatmaya çalıştım.Aynı zamanda bir savaş kazanmak için sırf cesaretin yetmediğini söyledim.En çok barış içinde memlekette yaşamanın lüzumundan bahsettim. Onlara bizim bir ölüm kalım meselesi geçirdiğimizi anlattım. Şayet Yunanlılar Türkiye’yi işgal ederlerse, bütün Anadolu Türkleri’nin ortadan kalkacağını söyledim. Yunanlıların girmiş olduğu yerde hiç bir Türk’ün yaşayamayacağını anlamalarını istiyordum.Zaten onlar da, çoğunun erkeği cepheden geldiği için, neticenin ne olacağını tahmin edebiliyorlardı.

      Ben epeyce uzunca konuştuktan sonra, basma entareli bir kadın yanıma geldi Anlaşılan gözleri pek göremiyordu.

  • Nerede? Nerede, diye dordu. Ben yanına gidince, kollarını boynuma doladı. Kalbinin attığını duydum.
  • Senin ne dediğini anladığımı söylemek istiyorum. Benim Darülmuallimat’ta bir kızım var. O da hizmet edecek, sulh yapacaktır. Ben fukara bir çamaşırcı kadınım. Ona bu tahsili verebilmek için her gün çalışıyorum. O da bir gün hoca olacak. Senin konuştuğun gibi konuşacak, dedi.

İşte, Türkiye’nin geleceğini kuracak bir kadın vatandaş! Nihayet dedi ki:

  • Benim oğlum Çanakkale’de öldü. Ağlamıyorum. İşimi bırakmıyorum. Çünkü kızıma tahsil veremem. Fakat hep yeni harplerden bahsediyorsun. Çanakkale’de ölenleri hiç söylemedin.

Göğsünden bir lira çıkararak:

  • Hilal-I Ahmer’in yaralılarına, diye uzattı. Karşıkarşıyaydık. Birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. O ana kadar Türkiye’nin geleceğine bu kadar kuvvetle iman ettiğimi hatırlamıyorum.Böyle bir unsur mevcut oldukça, memleketimiz için her türlü cefa ve fedâkarlık azdır bile.Boynuna sarıldım yanaklarından öptüm ve gözlerimden yaşlar boşandı.Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

İşte bu millettir,inancı diri kılan ve Halide bu defa asker olarak cepheye gitmek isteğini iletir, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya. Garp cephesine memur edildiğine dair bir telgraf alır Paşa’dan ve Mallı’da bulunan İsmet Paşa’nın komutasındaki birliğe giderek, yazıcı neğfer olarak göreve başlar

Sakarya Meydan Muharebesi 23 Ağustos - 13 Eylül 1921 tarihleri arasında cereyan ederken, 10 Eylül tarihli ilk Taarruzda Halide Edib tarihe geçen komutanlarla birlikte siperdedir;

‘Başkumandan ayakta, arkasında geniş bir pelerin, uzaklara bakıyor. İsmet Paşa daha iyi dinlemek için başını telefona doğru eğmiş. Biraz uzakta Fevzi Paşa’nın geniş arkası görünüyor. Omuzları öne eğik, dağlara bakıyor.Etrafta gelen giden yaverler, siperin içinde harekât işini devam ettiren subaylar var.

Önümüzde bir ova, karşımızda çepçevre, iç içe sari, kızı,l mor dumanlı dağlar. En batıda sari, iki yüksek tepeli bir dağ. İşte o Duatepe ve biz ona hücum ediyoruz.

Güneşin en yüksek, rüzgarın en kuvvetli olduğu an kavga azıyor. Duatepe’nin üstü birkaç ağızlı yanardağ gibi, dumanları ta gökte!’ Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Sonrasını ‘Onbaşı Halide Edib’ başlığı ile aktarır bize hatıratlarında; ‘At üzerinde savaş süprüntücülüğünü yapan akbabalar arasında,yıkıntıların üzerinde hep köylüleri dinler, not alır ve durmadan yardım için civardaki kumandanlara başvurur’. Zafere giden o kül dolu yolda…

‘Vurun Kahpeye’ romanı bu notlar neticesinde çıkar ortaya. Savaşın kirli yüzüdür görünen her baktığı yerde; Yunanlıların yakıp yıktığı harebelerin arasında; aklını kaybeden, evladını arayan, açlığını yatıştırmak için ot toplayıp kaynatan…Bir an öylesine zayıf düşer ki gördükleri karşısında yaşama isteğini kaybeder Halide.Savaşın en yıkıcı yanı bu olsa gerek; insana olan inancını kaybetmek…Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? 9 Eylül günü İzmir geri alındığında, Manisa’da kendisine orada vuku bulan olayları anlatan kadın ’Biz Müslümanız. intikam ve zulüm bize yakışmaz’ diyecektir. Bu halkın istediği tek şey vardır; hürriyet ve yaşamak… Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!... 99. yılını kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı bu milletin hürriyet ve yaşama isteğiyle kazanılmış ve Türkiye Cumhuriyeti bu küllerin üzerine doğmuştur. Emeği geçen:siper kazan kadınına,fişek dolduran çocuğuna, malını mülkünü bu uğurda harcayanına ve başta Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; komutanlarına, erine, kanını döken tüm şehit ve gazilerimize selam olsun.Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Dr. Adnan Adıvar’ın, Halide’ye söylediği gibi ‘bu yeni hükümet payidar olsun’… 

Haftaya tarihin bambaşka sokaklarında görüşmek dileğiyle, kalın sağlıcakla.

Paylaş